Ahmet Aytaç
Yazmak kolaydır, Okutturmak büyük marifet ister...
16/10/2014 Dergahımızdan...
Kalın kitapları okumalıydım. “Leyla ile Mecnun” kitabı baya kalındı küçüklerini okumuştum ve şimdi büyüğünü okumalıydım. Kitabı aldım ve eve geldiğimde okumaya başladım. Öyle sürükleyici ve akıcı değildi. Kitabı zorla da olsa bitirdim ve bu bir araştırma kitabıydı. Tarih derslerinde hep başarılıydım. Halk kütüphanesinde ne kadar tarih kitabı varsa hepsini roman gibi okur ve yaşardım. Okumayı çok seviyordum. 70’li yıllarda okumaya zamanın şartlarına göre biraz ara vermiştim. Tarih ve roman konulu kitapların yerini siyasi kitaplar almıştı. Bazen felsefi terimleri iyi öğrenmek için sözlüğe bakar ve konuyu tam kavramaya çalışırdım. Mahpushaneye girince okunacak kitaplar belliydi, siyasi ideolojik kitaplar... Zamanla dergiler, günlük gazeteler derken ilk okuma hızıyla bütün kitapları okumaya başladım. Yasak denilen kitapları da okumaya başlayınca ufkum açılmaya başlamıştı. Mesleğim halıcılık ile ilgili ne kadar kitap, dergi, makale, inceleme varsa hepsini temin ettim okudum ve bu konuda kendi çapımda bir araştırmaya giriştim. Birkaç yılımı almıştı. Daha da ileri giderek kafama takılan soruları üniversitelerde konusunda uzman hocalara mektupla soruyor ve cevaplarını alıyordum. Roman veya hikaye yazmayı hiç düşünmemiş ve aklımdan dahi geçirmemiştim. Bir gün dini konularda okuduğum kitaplardan notlar alırken, bizim gibi mahkum olan matematik öğretmeni bir ağabey, bizim fikrimizin doğrultusundaki bir derginin açmış olduğu yarışmaya katılmamı istemişti. Önce “başaramam” düşüncesiyle fazla önemsemedim. Hocam ısrar edince bir yazımı gönderdim. Bir deneme yazısıydı. Bir ay sonra sonuç geldi. O yazım dereceye girmiş ve ödül almıştım. Derken, değişik dergilere de yazmaya başladım. Ödüller alınca da, artık yazmalıyım diye kendi kendime karar verdim. Bir roman yazayım diye başladığım serüven bir türlü bitmiyordu. Yazdıkça yazıyorum, fakat bir türlü sonuca gelemiyordum. Yaklaşık 700-800 kitap sayfasını kapsıyordu. Onu kenara bıraktım. Bir müddet daha fikri makaleler yazdıktan sonra, tekrar bir roman yazmaya karar verdim. Romanda siyasi tartışmalar vardı ve karşı fikir konusunda yüzeysel, yasak, tehlikeli gördüğüm fikri öğrenmek için kitap okumaya ve araştırmaya koyuldum. Ardından dini konularda, İslam karşıtı kitaplar ve araştırmalar derken ilk kitabım Hazine Adası’nı yazmış oldum. Sonrasında dergi ve gazetelere tarihi, dini konularda yazılar yetiştirmeye çalıştım. Kitabımın yayınlanması için ünlü yayınevlerine bir nüshasını gönderdim. Gelen cevaplar beni üzüyordu. Yeterli görmüyorlardı. Mahpushane çıkışından sonra tekrar düzelttim ve dini yayınlar yapan bir yayınevine götürdüm. Bir ay sonra uğradığımda İlahiyatçı birisine incelettirdiklerini ve çok hata olduğunu söylediler. Kitabı inceleyen öğretim üyesinin yaklaşık 27 sayfalık eleştirisini de oradan aldım ve bana göre hata olmayan, inceleyene göre hata olan yerleri daha da güzelleştirip, bazı hatalarımı da düzelterek kitabı baştan yazdım. Kendi imkanlarımla bu kitabı yayınlattırdım. Kitabın tanıtımı için gazete ve dergilere birer nüsha veriyor ve tanıtımlarını yapmalarını istiyordum. Kitabımı ilk gönderdiğim yayınevine gittiğimde kitabı gösterdim. Yayınevinin sahibi çok ünlü yazar: “Keşke biz yayınlasaydık” dedi. Kitabın son halini sevmişti. Değişik fikirlerden, kitabımı okuyanların yapıcı ve övücü eleştirilerini alınca kendimce başardığıma inandım. Değerli edebiyatçıların eleştirileri ile kendimin fark edemediğim hatalar düzeltilince kitap, Gün Doğmadan ismiyle tekrar piyasaya çıktı. O zaman şunu anladım: “Bir kitap yazılır. Fakat, bunun redaksiyonu ve yayınlanmadan önce değişik kişiler tarafından okunup kritik yapılmasıyla o kitap mükemmelleşir.” Sonuç olarak: Biz yazarken kendi hatalarımızı defalarca okusak da fark edemiyoruz. Yazarken okuma aşkını verecek heyecandan daha önemlisi ön eleştirilerin kitabı mükemmelleştireceğidir. |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |