İyi yazmanın formülü "Dürüstlüktür."Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Abdullah Küçük: Malatya’da doğdum. Ankara’da bir bakanlıkta teknik personel olarak çalışıyorum. Evliyim, iki çocuğum var. Yazmaya başlama hikâyenizi öğrenebilir miyiz? Abdullah Küçük: Epey geç başladı diyebilirim. Şöyle ki, otuzlu yaşlarımda can sıkıntısından roman okumaya başlamıştım, fakat sıkılıyor yarım bırakıyordum, sayfalarca betimlemeler... Bir türlü aradığımı bulamıyordum. 92 yılıydı, 93 de olabilir, bir arkadaş bana bir roman verdi, “Bunu okumanı çok istiyorum” diyerek. Beni gerçek anlamda roman tutkunu yapan o dört uzun Günay Rodoplu serüveni oldu. Böyle başladı diyebilirim. Kaç kitap yayınladınız konusu nedir? Abdullah Küçük: İlk ‘Tetikçinin Kadını’ adlı romanı, 2014’de yayımlandı, fedailerin hayatlarını anlatmıştım tee Teşkilat-ı Mahsusa’dan günümüze kadar. Sonra “ve... Aşk Devrildi” adlı ikinci romanım 2015 yılında basıldı, orada suç kavramını, liseli bir gencin başına gelenlerden giderek masaya yatırmıştım. 2017 yılında da “KISKAÇ” adlı romanım yayımlandı. Ülkenin yakın geçmişini, bir konakta yaşananlarla öğütüp, akıl kavramını işledim. Şimdi KISKAÇ’ın devamı niteliğinde, adı "ZOKA" olan polisiye konulu dördüncü romanım piyasaya çıkıyor, bu üçleme olarak bitecek.
Yazmak mı yayınlamak mı zor? Abdullah Küçük: Yazmak hayatımın parçası olduğundan dolayı herhangi bir zorluğu olamaz. Kaldı ki yazmak su içmek gibi bir ihtiyacımdır. Yazmadığım anlarda susuz kaldığımı hissederim. Yayınlamaya gelince; o çok sancılı bir süreçtir, basılıp yayımlanana kadar geçen süreyi, bir kadının zor geçen hamilelik dönemine benzetirim. Güçlü referanslarınız yoksa büyük yayınevlerinin duvarlarını aşmak neredeyse imkânsıza yakındır. Gönderdiğiniz metni değerlendirmeleri altı ayı geçer, bazen ikinci okuma sürecinde denir, bebeğiniz doğdu haberini getirecek hemşireyi beklersiniz. Dahası, dosyanız okunmadan reddedilir. Bunu anlar, düşük yapmış bir anne gibi üzülürsünüz. Artık günümüzde kitap yayınlatmanın çeşitli yolları var. Eğer paranız varsa kitabınızı basacak yayınevi bulabilirsiniz, bu da ayrı bir süreçtir, iyileri var tabii ama bazıları paranızı alır ancak beklentilerinizi karşılamazlar. Dediğim gibi kitap yayımlatmak çok zor bir süreçtir.
Yazarken hangi kaynaklardan beslenirsiniz? Abdullah Küçük: Yaşadığım kültürden, o kültürün geleneklerinden, inançlarından, toplumsal kurallarından ve etrafımdaki kişilerden etkilenir, gözlem yapar, neticede bunların bir muhakemesi oluşur, bunun neticesi metinlere yansır. Yaşadıklarım, diğer insanların yaşadıkları muhakkak ki kaynaktır. Bu yaşanmışlıklarda tutkular, hayal kırıklıkları, beklentiler, yanılgılar, korku, cesaret, aşk, nefret, yaşanmamışlık, açlık, yani hayata dair her şey vardır. Bunlar gerçek hayattan da hayallerimden de beslenirler. Sonra farklı bir şey gerçekleşir, yazma süreci boyunca olaylar düşündüğüm gibi gelişmez, karakterler olayları başka yönlere saptırır, başlangıçtaki kurguyu dahi değiştirirler... Yani yazmaya koyulduğumda, kurgu, karakterlerin seçilmesi, kısaca romanla ilgili diğer her şey kendiliğinden şekillenir dersem daha doğru olur.
Çok okuyor musunuz? Çok genç okumadan yazıyor piyasa kalitesiz kitaplarla dolu fikrine katılıyor musunuz? Abdullah Küçük: Elbette okuyorum, bir önceki soruda eksik bırakmışım, beslenmenin bir yolu da okumaktır, ben ‘yazmak ve okumak’ konusunu tek yumurta ikizlerine benzetirim. Sorunun ikinci kısmına gelince, bir fikrim yok, çünkü ben okumak konusunda seçici davranırım, piyasanın nelerle dolu olduğu konusu beni ilgilendirmez. Her kitap okuyucusunu bulamayabilir. Tıpkı çok ödüllü bazı güzel filmlerin seyirci bulamayışları gibi. Ya da tam tersi olur, berbat bir film hasılat rekorları kırabilir. Yazmak sizin için ne ifade ediyor? Abdullah Küçük: Herkes kendisini toplum içerisinde bir şekilde ifade eder, ya da kendisine bir uğraş bulur, kimileri farklı farklı etkinliklere katılır, ben yazarım, yazdıkça rahatlarım, biraz önce dediğim gibi su ihtiyacını karşılamak gibi. Kim bilir belki sorunuzun cevabı yalnızlıktır. Belki kendimi toplum içerisinde ifade edememenin eksikliğidir. Çevre fazlasıyla politik mevzularla iştigal halindedir bizim memlekette ve bu ‘gündemdeki mevzu’ dedikleri şeyler benim dünyamın çok çok dışında kalıyorlar. Ben genelde seyrediyorum. Herhalde böyle bir şey! İyi yazmanın formülü sizce nedir? Abdullah Küçük: Hani iyi insan olmanın formülü nedir diye sorulduğunda çoğu kişi ‘dürüst olmak’ der, iyi yazmanın formülü de öyledir. Bana göre, yazan kişi günlük hayatında bin türlü şeye katılabilir, herhangi bir ideolojiye yakın olabilir, oturup yazmaya başladığında kendi görüş ve ideolojisini dayatmamalıdır. Yani yazarken dürüst ve objektif olmalı, kişileri hayat içerisindeki duruşlarıyla canlandırmalıdır. Buna ‘betimleme dürüstlüğü’ diyorum. Mesela yazar ‘işçileri’ anlatırken bir sınıfın temsilcisi olarak olaya bakmamalı, idealize etmemelidir, gerçekçi olmalı, ‘işçiyi’ her yönüyle anlatmalıdır. Sonra, romanların günlük yaşamdan ayrı bir takım özellikleri vardır; günlük yaşamımız gelişigüzel hareketlerle, konuşmalarla vesaire doludur, ancak yazarken en küçük ayrıntıya kadar her şeyin 'işlevsel' olmasına dikkat etmek gerekir. Küçük, görülmeyen, gerçekçi ayrıntılar anlatıma inandırıcılık, canlılık kazandırır. Bir üçüncüsü; ne kadar yetenekli olursanız olun, yeterince kendinizi hayattan aldıklarınızla beslemiyor, yeterince okumuyor, çalışmıyorsanız yetenek bir noktaya kadardır. Bir dördüncüsü ise; sadelik, kısa ve özlü yazıştır, temiz ve duru bir dil kullanmak. Daha iyi yazmak isteyenlere ne önerirsiniz? Abdullah Küçük: Çok okumaları, çok çalışmaları ve çok dinlemelerini. İyi bir gözlemci olmak, not tutmak, her olayı etraflıca düşünmek, madalyonun iki yüzünü değil, piramitin tüm yüzeylerini göz önüne alarak muhasebe yapmalarını, ayrıca kendileri için yazmalarını tavsiye ederdim, kendi tarzlarını yaratmalarını ve samimi olmalarını.
|