Yazmak, okumanın ayrılmaz, bütünleyici parçasıdır. Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Muzaffer Alacaoğulları: 1965 yılında İzmir’in “İlklerin şehri” diye bilinen tarihi ilçesi Bergama’da, müezzin bir babanın ve ev hanımı bir annenin oğlu olarak dünyaya geldim. Nitekim; “İlklerin şehri” derken, Bergama’nın adı, tarihteki adıyla Pergamon’un evrildiği, kâğıdın ilk hali Parşömen’den gelmektedir. M.Ö. 3. Yüzyılda sınırları Antalya’ya uzanan bütün bir Anadolu’ya sahip medeniyetlere beşik olmuş kâğıdı keşfeden Bergama, o dönem Mısır’da İskenderiye kütüphanesine rakip kütüphanesiyle, tıbbın babası Hipokrat kadar tanınmamış Galen ile tıpta ve/ya sağlıkta, 1937 yılından beri düzenlenen uluslararası festivali (yerel adıyla “Kermes”) ve çalınan ve Berlin’de Bergama Müzesi’nde sergilenen Zeus Sunağı ile ayrı bir sohbet konusu olacak ilklere sahiptir. İlk, orta ve lise öğrenimimi Bergama’da tamamladıktan sonra, “Mülkiye” diye bilinen Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde lisans ve Boston (ABD) Northeastern Üniversitesinde yüksek lisans yaptım. Otuz yılı aşkın süre Ankara’da kamu kurumunda çalıştıktan sonra, İstanbul’da emekli olarak yaşıyorum. Yazmaya başlama hikâyenizi öğrenebilir miyiz? Muzaffer Alacaoğulları: Ortaokulda (1 veya 2. sınıfta) -soyadını hatırlayamadığım- Melahat adında Türkçe öğretmenim vardı, bütün yaz boyunca anılarımı yazmamı istemişti, çoğunlukla aynı şeyler de olsa her gün anılarımı yazardım, daha sonra okur muydu – okumaz mıydı hatırlamıyorum ama bu bana yazmayı sevdirmişti. İlerleyen yıllarda, sabah kahvaltı, akşam yemek, gündüz arkadaşlarla oyun, gece televizyon izlemek gibi rutin işleri atlayarak o günün olaylarına kendimce kültürel ve psikolojik yorum yapacak şekilde anı yazmayı üniversiteye kadar sürdürdüm. Hatta; zavallı annemin başında gece yarılarına kadar anı yazmasını teşvik (belki cebren) edip her gün onun anılarına not verirdim. Ankara’da üniversite yıllarında (1982-86), - Babam din görevlisi olduğu için önceden tanıdığım, nikâh şahitliğimi de yapan, o zaman Ankara Müftüsü- Mehmet Zeki Arslan’ın çıkardığı, Ankara Din Görevlileri Yardımlaşma Derneği yayın organı olan Davet Dergisi’nde köşe yazarlığı yapmaya başladım, Bergama’daki yerel gazetelerde de yazdım ve bugünlere geldim. Halen; Sır Dergisi'nde yazarlığa devam ediyorum. Kaç kitap yayınladınız konusu nedir? Muzaffer Alacaoğulları: Kitap yayınlamak; bana, her zaman iddialı gelmiştir. İnternette her türlü bilgiye ve yazılı ve görsel medya ve kitaplara erişimin kolay ve zahmetsiz olması da bunu ekonomik açıdan maliyetli kılmaktadır. Diğer taraftan; onlarca yıl yazdığım anı defterlerim, onca dergi yazılarım heba ve heder olduğu için de kitap yazmadığıma pişman da olmadım değil! Sır Dergisi’nde, her sayıda Nasreddin Hoca’nın fıkralarından üçer tanesini seçerek “Nasreddin Hoca Mizahi Fıkralarının Felsefi İzahı” başlığında 2 yılı aşkın yazdığım yazıları kitaplaştırmaya karar verdim. Bu kararda; Sır Dergisi ve dergiyi çıkaran Kit-Yay’ın sahibi Yavuz Selim Pınarbaşı beyefendi ve değerli ailesinin maddi ve manevi teşviki, kitabın içeriğinde karikatürleri paylaşan Muammer Erkul ve Ahmet Çakıl beylerin desteğine ve Sır Dergisi’nin yayın koordinatörü Akif (Cemil) ağabeyimin yoğun ilgisine hassaten teşekkür etmek isterim. Kitap; “Yetişin Çocuklar! Nasreddin Hoca’dan İnciler” başlığı ile basılmış ve tüm lise ve dengi orta öğretim kurumlarına tavsiye edilmiştir. İlk ve tek bu kitabımın konusu, arka kapağında şöyle belirtilmiştir: “Esasen; kitabın adında belirtildiği gibi, kitabın hedef kitlesi, çocuklar olarak düşünülerek “Yetişin Çocuklar!” denilmiştir. “Yetişin!” vurgusunu ve/ya sözcüğünü seçmemizdeki 2 espriden biri: çocuklara “Bu kitabı alıp okumakta acele edin, kitap piyasada kapışılmadan yetişin, kaçırmayın!” diye hitap etmektir. Aynı zamanda; bu hitap: “Bu kitabı almakla, zeki, ahlâklı ve erdemli bir insan olarak yetişin, büyüyün ve gelişin!” diye anlam ifade ihtiva etmektedir.”
Yazmak mı yayınlamak mı zor? Muzaffer Alacaoğulları: Aslında bunun cevabını bir önceki soruda kısmen vermiştim. Tekrar olacak ama yayınlamak; gerçekten hem oldukça iddialı hem de ekonomik açıdan maliyetli bir iş! Bu; yazmanın kolay olduğu anlamına da gelmez tabii… Her ikisinin de farklı zorluğu var yani… Bu konuda; yazarken, "Her gün bir yere konmak ne güzel. Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş. Dünle beraber gitti, cancağızım. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım." diyen Mevlâna hazretleri ile “Doğrudan doğruya Kur'an'dan alıp ilhamı, Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam'ı!” dizelerinin sahibi İstiklal Şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un sözlerini ilke ve rehber ediniyorum. Yazarken hangi kaynaklardan beslenirsiniz? Muzaffer Alacaoğulları: Okumayı kategorize etmiyorum. Necip Fazıl Kısakürek ve Mehmet Akif Ersoy kadar Nazım Hikmet’ten zevk alıyorum. Ancak; yazarken, milliyetçi ve muhafazakâr çizgide yazıyorum. Bu konuda da "Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, Garp medeniyetindenim” diyen Ziya Gökalp'ın bu sözünü ilke ve rehber ediniyorum. Çok okuyor musunuz? Çok genç okumadan yazıyor piyasa kalitesiz kitaplarla dolu fikrine katılıyor musunuz? Muzaffer Alacaoğulları: Çok okuyorum desem sadece kitap okuyorum anlaşılmasın… İnternette haberleri de okuyor, paylaşımları okuyor ve araştırıyorum, Sır Dergisi’nin aylık dosya konuları oluyor, o konularda araştırma yaparak yazı hazırlıyorum. Salgın sürecinde ayda en az bir kitap, ortalama iki kitap okumuşumdur. Yazmak sizin için ne ifade ediyor? Muzaffer Alacaoğulları: Yazmak, okumanın mütemmim cüzüdür, yani ayrılmaz, bütünleyici parçasıdır. Ne demişler: “Hafıza-i beşer, nisyanla maluldür.” İnsan; kitap okurken, en azından altını çizerek okumalı, internette okuyorsa, önemli bulduğu kısımları not almalıdır. Bilahare; bu altını çizdiği ve/ya notunu aldığı kısımları da “unutmamak için” yazmak gerekir düşüncesindeyim. İyi yazmanın formülü sizce nedir? Muzaffer Alacaoğulları: Formül deyince, matematiksel olarak X+Y+Z diyelim; yani, X= Okumak Y= Not almak Z= Sessiz bir ortam (Konsantrasyon). Bu formülde X, Y ve Z gibi formüle edilemeyecek manevi unsurlar da yararlı olmaktadır. Artık neredeyse her konuda ilke ve rehber edindiğim bir söz var, ama bu kez Peygamberimizden (sav): "Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse ya hayır konuşsun ya da sussun.” (Tirmizî, Kıyamet 51, 2502). Dolayısıyla, kendime; “Ya hayır yaz ya yazma!” diye telkin ve tembih ediyorum işte! Daha iyi yazmak isteyenlere ne önerirsiniz? Muzaffer Alacaoğulları: Bazen; 3 yıl önce yazdıklarımı okuyorum da hatalar görüyorum, hatta güldüğüm ve saçma bulduğum yerler buluyorum. Bu itibarla; yazmayı bir serüvene ve koşuya benzetirsek, mehter yürüyüşü gibi iki ileri adımda bir adım da geriye atıp ilerlemeli, insanın yazdıklarına bakıp kendisini yenilemeli ve güncellemelidir. Bu konudaki ilke ve rehberimi de Akif (Cemil) ağabeyimin sözü ile sohbetimizi bitirmek istiyorum: “Yenilenenler, yenilmez!”
|