Kendim için kendim olma sebebimdir yazmak.Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Kars’ın bir köyünde Terekeme bir ailenin ferdi olarak doğmuşum. İlkokul çağına geldiğimde Kars’a göç etmişiz. Komşuların her gün babama şikayet ettiği yaramaz bir çocukmuşum. Babam, mahallede kalmayayım diye işe verdi. İlk, orta ve lise öğrenimim yarım gün öğrenci yarım gün işçi şeklinde geçti. Mahrumiyet had safhadaydı. Ondan kurtulmanın bana göre tek yolu okumaktı. Meraklı, sorgulayıcı bir yapım vardı. Ne işime yarayacak demeden elime ne geçiyorsa okuyordum. Ancak hayat erken yüklemişti sorumlulukları omzuma. Yani çocuklukta gençliği, gençlikte olgunluğu yaşadım. Yaşlılıkta da çocukluğa döneceğim sanırım. Hayatım boyunca edindiğim bilgi ve deneyimlerden şu sonucu çıkarıp ve uygulamaya çalıştım. Eğer bir ormanda ağaç olacaksam en iyi ağaç olmalıyım. Ağaç olamadım ot olacaksam en iyi ot olmalıyım. Ot bile olamayıp çalı olacaksam en iyi çalı olmalıyım. Çalı olamadım, çöp olacaksam en iyi çöp olmalıyım. Bilmeme kayıp değil, öğrenmeme kayıp diyerek “her şeyin bir şeyini, bir şeyin ise her şeyini” öğrenmek için çaba gösterdim, gösteriyorum. Mesleğim Maliyeciliktir. Hep sorarlar, “Maliyecilik ve yazarlık bir biriyle pek bağlantılı olmayan alanlar gibi görünüyor. Maliyeciden edebiyatçı nasıl çıkmış?” diye. Maliyecilik benim 8 saatime sirayet eder, kalan zamanlarda maliyeci değilimdir. Hem bir çok ünlü şair yazar var meslektaşımız. Bir yerde okumuştum. Edebiyattaki problemler matematiktekinden daha fazladır. Bu yüzden yazarlık da hesap işidir diyorum. Dil bilgisi, imla, kelime, hece, cümle, dize, uyak, bunlarda da ölçüyü tutturabilmek gerek. Yazdığım ifadeler konuşma dilime yansıdıkça kurumsal iletişim daha etkili oluyor. Yani maliyeciliğimle yazarlığım bir birini destekliyor. Yazmaya başlama hikâyenizi öğrenebilir miyiz? Kaç kitap yayınladınız konusu nedir? Karanlığın Cemresi / Şiir 1998 Bu kitap ilk kitabımdır. Kendi imkanlarımla bastırmıştım. Kelimeleri alt alta dizip millete şiir diye sunduğum çalışmalarımdan oluşuyordu. O dönem yazdıklarımı çevremdekilere okuduğumda alkışlıyorlardı. Ben de o coşku ile yazdıklarımı kitaplaştırmıştım. LafoRaTuvar / Şiir, öykü, deneme, oyun / Gece Kitaplığı 2015 Laboratuvarda tetkik tahlil yapılıyor anlamından yola çıkarak, söz tahlili tetkiki anlamını yüklediğim bu kitap tüm çalışmalarımı kapsayan bir kitap oldu. Hammaliye / Deneme / Sonçağ Yayınları 2016 Maliye Bakanlığımızda değişim ve dönüşümler sonucu, hizmet verdiği hedef kitle olarak tüm vatandaşlarla ilişkisi olan maliye memurunun içinde bulunduğu psikolojik durumu kâh mizahi, kâh dramatik ve olduğu şekliyle farklı bir bakış açısıyla resmetmeye çalıştım. Meslektaşlarımızdan derleyerek kitaplaştırdığım bu verilerin; yöneticilere bir nevi anket, çalışanların duygularına tercüman olma, ilişki içinde olduğu kitlelere ise empati yapma olanağı yaratacağı düşündüm. Bu kitapta sadece maliyeciler değil, tüm kamu çalışanları ya kendini, ya da kendinden bir şeyler bulabilecek, tebessüm edecek, hüzünlenecek, özeleştiri yapabilecek eğitici ve tavsiye niteliğinde bilgilerle karşılaşabilecektir. Asosyal Komedya / Tiyatro Oyunları / Sonçağ Yayınları 2018 Amatör tiyatro gruplarının, okul tiyatro kollarının bile rahatlıkla sahneye koyabileceği, sahne düzeninin kolay ve masrafsız oluşturulabileceği komedi oyunları yer almaktadır. -Bir başka şehirdeki akrabasına giden bir genç kızın yaşadıklarının yer aldığı Deli Kız, -Sigortasız çalışan işçilerin konu edildiği Usta, -Efsaneleşmiş âşıkların bir araya getirildiği Subar Dağı Efsanesi, -Havadan sudan nedenlerle yargılanma durumunda kalanların anlatıldığı Şinanay, -Televizyonda evlenme programına katılanların yaşadığı hallerin yer aldığı Yüreksel Kriz, -Masal kahramanlarının bir araya getirildiği Yamuk Prens ve Yedi Cadılar, -Teknolojik sakarlıklar ve internet acemiliklerini işlediğim Hotmail Caddesi, -Bir işe alma sürecinin işlendiği Mutluluk Müdürlüğü, -Bir gönül ilişkisini konu alan Yarım Kalan Bir Şeyler, Yan Masalın İkramı / Öykü Deneme / Sonçağ Yayınları 2018 “Hayatı ve hayatı ciddiye alanları cid'tiye alın” diyerek, gerçek hayattan esinlendiğim öyküleri ve deneme yazılarımı duygudaşlarıma sunmaya çalıştım. Lafirent / Şiirler / Sonçağ Yayınları 2018 Lirik, pastoral, didaktik, satirik, dramatik şiir türlerinde gerek serbest ve gerekse hece ölçüsüyle yazdığım şiirlerimi bu kitapta topladım. Yazım yanlışı bulunmayan bu kitapta LAFügüzel, KıLAFuz, MuhaLAFet, LAFozan, Eleğimsağma, Düşgüdü, Teneşiir, Hercümerç, RTrandum, Yar Yağışı, Ölümcek Ağı, Nev Resim, Sen-Drom Cinzelzele, G ve Z, Çenevizyon, Lepiska, Sensemek, Sevitaryen, Düş-eş, Karakatür, Engellektüel, Aşklık Grevi, Metamatik, Edeptasyon, Şekerlemermi, Şiirli Değnek, Gündüşü, Yas Mevsimi gibi kelimelerle oynayıp yeni kavramlar yaratmaya çalışarak yazdığım şiirler ve şiirsel sözleri bulunmaktadır. Yatık Sekiz / Roman / Sonçağ Yayınları 2020 İnsan ilişkileri, dinleme, kendini ifade edebilme, duygudaşlık gibi olguları içeren ve 8 farklı kadın karakterini esas alan ve asıl sonsuzluğun kadın olduğuna dikkat çekmek istediğim bir aşk romanıdır. Atam Anam Ay Terekeme / Deneme-Araştırma / Gece Kitaplığı 2015 Atam Anam Ay Terekeme / Genişletilmiş İkinci Baskı / Sonçağ Yayınları 2018 Bahdavar / Roman / Sonçağ Yayınları 2019 Terekemeleri Terekemece anlatmaya çalıştığım bu romanda; terekeme kültürü ile alakalı yazılması ve gelecek nesillere aktarılması gereken hususları romanlaştırarak okuyuculara sundum. Örfüyle, adetiyle Terekemeleri terekeme lehçesiyle anlatan ilk romandır. Atam Öyünde / Şiir Mani, Mahnı, Layla, Nanay, Horavel, Bayatı / Sonçağ Yayınları 2020 Terekeme lehçesiyle yazdığım şiirler ile derlediğim diğer türlerden seçmeleri içermektedir. Törekeme – Terekeme Kültürü / Araştırma / Sonçağ Yayınları 2021 Mensubu olduğum Türk boyu olan Terekemelerin kendilerini, terekeme olmayanların ise öğrenip bilgilenmesi amacıyla, terekemelerin tarihi, özellikleri, gelenek ve görenekler ile bunların dayandığı inanışlar, atasözleri ve deyimler ile açıklamaları ve sözlükten oluşan bir kitaptır. Terekemeler Kafkasya’da yaşamış ve 1877-1878 Osmanlı Rus savaşlarından sonra Türkiye’ye göç etmiş bir Türk boyudur. Bu son 4 kitabımın her biri Türkiye’de birer ilktirler. Tamamı Terekeme lehçesiyle yazılmış başka herhangi bir kitap yoktur. Terekeme lehçesiyle yazılı konular varsa da bunlar Türkçe yazılan kitaplara serpiştirilmiştir. Bunlara kendimce başyapıtlarım diyorum. Şiir, öykü, deneme oyun ben de yazıyorum, ama bunları sadece ben yazıyorum. Şunu da belirtmek isterim; tüm kitaplarımın kapak tasarımları kendime aittir. Yazarken hangi kaynaklardan beslenirsiniz? Çok okuyor musunuz? Çok genç okumadan yazıyor piyasa kalitesiz kitaplarla dolu fikrine katılıyor musunuz? Okuduğum kitabın sayfa sayısına, kapak tasarımına, dizgisine dikkat ederim. Özensiz çalışmalara zaman ayırmak enerjiyi emeği heba eder. Birikim, donanım, deneyim, emek verilmeyen çalışmalar okuyucuya bir şey katmaz. Zihnin geviş getirmesi durumu hoş değil bence. Hani derler ya, aşırı mütevazılık insanı cahilden ders almaya kadar götürür. Başkalarının fikrini kendi fikriymişcesine papağan gibi tekrarlayanlar benim gözümde cahildir. Bunlara "okuyan biri" olduğumu hissettirmek için, içeriklerine girmeden kitaplığımdan, kitaplarımdan bahsederim. Az uykuyla yetinen biriyim. Dolayısıyla zamanım çok. İnsanların boş zamanı yoktur, boşa geçen zamanı vardır düşüncesiyle sürekli bir şeylerle meşgul olurum. Kitap okumak da o meşguliyetlerden biridir. Özetle, okuduğum halde edebi bir eserde yazarla, kahraman veya karakterlerle sohbet edemediğim, yüzleşemediğim zaman kendimi o kitabı okumuş saymıyorum. “Çok genç okumadan yazıyor piyasa kalitesiz kitaplarla dolu” fikrine katılmıyorum. Çünkü okumadan yazmayı “gençler” sıfatıyla kategorize etmemek gerek. Doğru bildiğini düşünen, sabit fikirli, kendini güncelleyemeyen, eleştiriye açık olmayan, eleştiriyi hakaret olarak gören nice deneyimli, yaşlı yazarlar tanıdım. Gençlerin spreyle duvarlara yazdıkları tek cümlelik sözler kadar anlamlı ve etkili olmayan kelime yığınlarıyla dolu yazılarını gördüm. Kalite “ bir mal veya hizmetin müşteri beklenti ve gereksinimlerini karşılayabilme yeteneğidir” diye de tarif edilebilir. Bunu kitapta kaliteye uyarlarsak; Okurun beklentilerine bağlı olarak, kişiye, kültürel gelişimine, beğeni ve alışkanlıklarına göre değişen bir kavramdır. Görecelidir demek yerinde olur. “Bazı yazılar okununca değil dokununca anlam kazanır.” Dolayısıyla kitabın kalitesini okurun ilgisi, bilgisi, birikimi, donanımı, yetişme tarzı, kültür ve görgü düzeyi belirler. Kitap fuarlarında çok rastladım, kimine göre edebi değerden yoksun kitaplar çok satanlar arasında, kimi edebi değeri yüksek kitaplar ise kolisi açılmadan geri götürülüyor. Eğer bir kitap okuyanı mutlu ediyorsa eserdir, hele bir de mest ediyorsa , işte o zaman şaheserdir. Yazmak sizin için ne ifade ediyor? Bir insan ancak aklı erinceye kadar kendisi olur, sadece kendisi için kendisi olur. Sonra iyi bir evlat ol derler, aile için, iyi bir öğrenci ol derler, okul için, genç olunur. İyi bir genç ol derler, çevre için, işe başlanır, iyi bir çalışan ol derler, işveren için, iyi bir gelin/damat ol derler, iyi ebeveynler için, karı/ koca için, iyi bir anne/baba ol derler, çocuklar için. Hiç kimse hiçbir zaman iyi bir kendin ol, kendin için dememiştir, demez de. Hep başkaları için yaşamış, hep başkaları için iyi olma gayreti içinde oluyoruz. İşte ben yazınca kendim oluyorum, sadece kendim. Konumsuz, maskesiz, sadece kendim. Kendim için kendim olma sebebimdir yazmak. Mezarlıklara yolum düştüğünde çok mezar dolaşırım. Dua da okurum, ama genelde ölenlerin doğum ve ölüm yıllarına dikkat ederim. Hesap yaparım. Toplam ömrün üçte biri uykuda geçiyor, üçte biri çalışmakla. Kalan üçte birin de nerdeyse yarısı koşturmakla geçiyor. Toplam ömrün altıda biri ya yaşanıyor, ya yaşanmıyor. O süreyi de yarına bırakılan bir sürü plan dolduruyor. O mezarlara sadece ölen gömülmüyor. Yarın yapılacak bir iş, yarın ödenecek bir borç, çocuğa yarın alınacak bir hediye, eşe yarın alınacak bir çiçek, yarın ziyaret edilecek bir dost, yarın alınacak bir mülk. İşte benim artık yarına bırakmak istemediğim ertelenmişliklerimdir yazmak. Derler hayat, doğumla ölüm arasındaki çizgidir. Bence hayat o çizginin uzunluğu değil kalınlığıdır. Hayat çizgisini kalınlaştırmak için yazıyorum. Kağıt kalem insanın en iyi dostudur. Niye eline aldın, niye bıraktın diye sorgulamaz kalem. Buruşturup attığında sitem etmez kağıt. Yalnız kalmamak için, insandan, insanlıktan uzak kalmamak için yazıyorum. İyi yazmanın formülü sizce nedir? Yazı, kelimelerle resim çizmektir. Şiir az kelime ile çok şey anlatma sanatıdır. Bu üç şeyi yanıma alıp nerde başlayacağım nerde bitireceğim diye yazacağımı kurgularım. Aksi halde konu dağılır. Sonra ilk aklıma geldiği gibi yazarım. Sonra yazdıklarımı betimleme ve imgesel ifadelere dönüştürürüm. Başlığından finaline kadar paragraflar veya dizeler arası uyum, ana fikre bağlılık gibi hususları mutlaka göz önünde bulundururum. Sonra dil bilgisi ve imla kurallarına göre yeniden ele alırım. Sıfatını, edatını, zarfını, zamirini, noktalama işaretlerini yerinde kullanmış mıyım diye defalarca gözden geçiririm. Sonra kelime avı başlatırım, her kelimeyi tek tek atarım, eğer anlam bozuluyorsa diyorum tamam bu kelime misafir değil. Güzel yazıyorum iddiasında değilim, ama dil bilgisi, imla konusunda azami özeni gösterdiğimi söyleyebilirim. Benim formülüm bunlardır. Her yazanın kendine göre bir tarzı vardır. Ama kesin olan iyi formül; kullanılmış kavramları kullanmadan, birilerini taklit etme algısı yaratmadan, kimseye benzemeye çalışmadan yazabilmektir. Daha iyi yazmak isteyenlere ne önerirsiniz? Şarkılar şiirlerin bayramlıklarını giymiş halidir. Ben istiyorum ki bestelenmese de şiir hep bayramlık giymiş gibi şık olsun. Buna bir sloganım da var, “Şiir kata kata yazılmaz, ata ata yazılır, şiir kusa kusa yazılmaz, kısa kısa yazılır.” Telgrafı bilirsiniz. Diyelim ki çok sevdiğiniz bir arkadaşınız uzak bir şehirde evleniyor ve sizi düğününe davet ediyor. Ama gidemiyorsunuz. Ne yaparsınız? Telgraf çekersiniz. Diyelim ki şöyle bir telgraf yazdınız. -“Sevgili arkadaşım, bazı zorunlu nedenlerden dolayı bu mutlu gününde yanında olamadığım için üzgünüm. Sana hayatının bu yeni döneminde mutluluklar dilerim.” -Yirmi kelime etti. Varsayalım telgrafın kelimesi bir lira ve sizin on liranız var. Telgrafı on kelimeye indirmek durumundasınız. “Sevgili arkadaşım, sana hayatının bu yeni döneminde mutluluklar dilerim”. Dokuz kelimeye düştü. Bu dokuz kelime de duygu ve dileklerinizi iletiyor değil mi? Demek ki, değeri bir lira etmeyen kelimeleri attınız. Varsayalım cebinizdeki on liradan eve dönüş için dört lira yol parası ve bir lira ekmek parası ayırmanız gerek. “Hayatının bu döneminde mutluluklar diliyorum.'. Bu da oluyor? Değeri bir lira etmeyen kelimeleri attınız? Daha da atılabilir. İlk üç kelimeyi de atsanız? 'mutluluklar dilerim'. Duygularınızı dileğinizi anlatmıyor mu? Bu telgrafı tek kelimeye indirebilir misiniz? Bu cümleden de 'dilerim' kelimesi atılır. Mutluluğa dokunamayız. Bu telgrafı telgraf yapan işte o dokunamadığınız, atmaya kıyamadığınız, atamadığınız o kelimedir. En değerli olan yani. Diğerlerinin değeri 1 lira değil. Yazılarda da bu yöntem uygulanırsa daha net, daha akıcı, daha özgün bir dile sağlanmış olur düşüncesindeyim. Her yazarın tarzı, tavrı ne olursa olsun özgün olmaya çalışmalıdır. Benzer tarzlar aroması kaçmış çiklet gibi sadece çene yorar, beyni yorar. Söyleşi ile düşündüklerimi, çalışmalarımı anlatabilme imkanı tanıdığınız için teşekkür ediyorum. |
929 kez okundu |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |