Yazmak benim için hayatımın ayrılmaz bir parçası.Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Ozan Kırıcı: Dokuz Eylül’de Uluslararası İlişkiler bölümünü tamamladıktan sonra Galatasaray Üniversitesi’nde Karşılaştırmalı Dilbilim eğitimimi aldım. Öykülerim çeşitli dergilerde ve fanzinlerde yer aldıktan sonra 2019 yılında “Yazar’ın Mirası” isimli öykümle “Kara Hafta Polisiye Öykü Yarışması” kazananları arasına girdim. 2020 yılında QTurkey’in düzenlediği “2040 Yılında Kuantum Teknolojileri Hayatımızı Nasıl Etkileyecek Yarışması”nda “Gelecekte Sıradan Kuantum Bir Gün” isimli öykümle ilk beşte yer aldım. Yine aynı yıl, Kanes Yayınları’nın düzenlediği edebiyat yarışmasını “Akl-ı Selim Apartmanı” isimli romanımla kazandım ve kitap, 2021 yılının Nisan ayında okuyucularla buluştu. Çalışmalarıma ağırlıklı olarak korku- gerilim ve bilimkurgu edebiyatı alanlarında roman ve öykü yazarak devam ediyorum. Yazmaya başlama hikâyenizi öğrenebilir miyiz? Ozan Kırıcı: İlk olarak günlük yazarak başladım, sonrasında lise arkadaşlarımla anılarımızı yazdığımız bir defter edindik. Yazının elimizden uçan giden anıları kristalleştirip bir cevher olarak saklamamıza yardımcı olduğunu bunlar sayesinde keşfettim. Ardından kendi gerçekliğimi yaratıp hayattan kaçmak amacıyla yazmaya devam ettim. Elimdeki ilk öykü dosyasını Varlık Dergisi’nin Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri’ne gönderdim ve on yedi yaşında ön elemeyi geçmeyi başardıktan sonra yazının hayatımdaki yeri kalıcı oldu. Kaç kitap yayımladınız, konuları nelerdir? Ozan Kırıcı: İki roman yayımladım. İlki, 2014 yılında “Mesih” isminde, ikincisiyse 2021 yılında “Akl-ı Selim Apartmanı” isminde. “Mesih” isimli romanımda beklenen kurtarıcının dünyaya gelişini ezoterik semboller üzerinden bir kaçış hikâyesi olarak anlatmıştım; amacım, toplumsal cinsiyet kalıplarını yıkmak, insanlığın ortak bilincindeki Mesih’i alışılagelmişin dışında var etmekti. Bir de 2019 yılında “Yazar’ın Mirası” isimli hikâyemle Ahmet Ümit’in önsözüyle yayınlanan “Dokuz Polisiye Öykü” seçkisinde yer aldım. “Akl-ı Selim Apartmanı” isimli romanımsa Kanes Edebiyat Ödülleri’ne sahip ve arka kapak yazısı şu şekilde: “Yüksek bina yığınının ortasında kalakalmış Akl-ı Selim Apartmanı, içinde barındırdığı on daireyle birlikte yok olmanın eşiğindedir. Deniz manzarası önüne çekilen binaların ardında kalmış bu apartmanın, yıkılmadan önce son bir isteği vardır: Apartman sakinlerinden birinin ruhunu yanına almak. Apartmanın yaratıcısı Selim Bey'i yıllardır gören olmamıştır ve en üst kattaki dairesinin kapısı da o ortadan yok olduğundan beri kapalıdır. Elektriklerin gidip geldiği, katran benzeri kanın apartman sahanlığına sızdığı o gece, akıllarını yitirmenin eşiğindeki apartman sakinleri bir şeylerin ters gittiğini anlasalar da Selim Bey'in planını ve olacakları tahmin edemezler. Çünkü onun varlığı bu apartmanın demirine, çimentosuna ve borularına kadar işlemiştir. Zaman ve mekânın bitmek bilmez savaşında kazanan kim olacaktır: Selim Bey ve apartmanı mı yoksa apartman sakinleri mi?”
Yazmak mı yayımlamak mı zor? Ozan Kırıcı: Benim için kitap yayımlamak daha zordu. Yazmak hayatımda her zaman var oldu. Yazdıklarınızın niteliği ne olursa olsun yayınevleri yıllık yayın programlarında size yer ayırmamayı tercih edebiliyorlar, ayrıca yayın politikaları da eserinizi seçip seçmemelerinde etkili oluyor. Yayınevlerince kabul edilmek bu sebeplerden ötürü zor olduğu için yarışmalara katılmak, bir yazarın kitabını yayımlatma fırsatı olabiliyor. Nitekim ben de “Akl-ı Selim Apartmanı”nı Kanes Edebiyat Ödülü’nü kazanarak çıkarabildim. Yeri gelmişken söylerim isterim ki Kanes Yayınları’ndan oldukça memnunum; editörleriyle, grafik tasarımcılarıyla olsun tam olarak aklımdaki gibi bir kitap çıkarabildim. Bunu da çok büyük bir şans olarak görüyor ve onlara teşekkür ediyorum. Yazarken hangi kaynaklardan beslenirsiniz? Ozan Kırıcı: Tür olarak korku-gerilim, polisiye, bilim-kurgu kitaplardan, filmlerden ve dizilerden besleniyorum. Tabii ki klasik kitapları da hâlâ tekrardan okuyorum. Örneğin lisede okuduğum Madame Bovary ile şimdi okuduğum Madame Bovary kesinlikle aynı kitaplar değil benim için; insan yaşadıkça okuma görgüsü de değişiyor. Karakterleri yaratırken çevremdeki gözlemlerden, onların iç dünyalarından bahsederken de kendi kişisel deneyimlerimden yola çıkıyorum. Hikâyenin iskeletini kurarken sürükleyicilik adına karşıtlıklara ve çatışmalara önem veriyorum. Eğer bilim-kurgu yazıyorsam bilimsel makaleler okuyor ve öyle yazıyorum. Kendi hayal gücümün dışında kurgusal gerçekliği yakalamak için bu bilgilere de ihtiyacım oluyor. Yazma sürecinde okuduğum her kitap içindeki bir cümleyle ya da kelimeyle tek başına büyük bir ilham kaynağı olabiliyor. Çok okuyor musunuz? Çok genç okumadan yazıyor, piyasa kalitesiz kitaplarla dolu fikrine katılıyor musunuz? Ozan Kırıcı: Evet, çok okuyorum, daha doğrusu okumaya gayret ediyorum. Her türden okumayı da ihmal etmiyorum; çocuk kitapları, korku-gerilim eserleri, klasikler, makaleler, hikâyeler, şiirler… Çok boyutluluğu yakalamak için her türlü kaynaktan beslenmenin önemine inanıyorum. Bu yüzden yazan herkesin de tek bir türde sınırlı kalmadan mümkün olduğunca geniş bir yelpazede okuması gerektiğini düşünüyorum. Ne de olsa yazmanın ön koşulu çok okumak. Kalitesiz kitaplar varsa eğer bu da çok okunmadan yazılmasından kaynaklanıyordur ve bu kitaplar da zamanın yargısından nasiplerini alacaktır. Fakat genç yazarlar bir süre sonra yazdıklarının kalitesiz olduğuna kanaat getirirseler ümitsizliğe kapılmamalılar; bu, onlar için bir tecrübe ve bir basamak olabilir. Yazmak sizin için ne ifade ediyor? Ozan Kırıcı: Yazmak benim için hayatımın ayrılmaz bir parçası. Bundan sonra da böyle devam edeceğine inanıyorum. Her ne yaparsam yapayım en sonunda yazarken huzur buluyorum; kendi şeytanlarımla yüzleşip günah çıkarabiliyor, kimi satırlarda kahkaha atarak kendimi eğlendirebiliyorum. Kulağa biraz deli işi gelse de aslında kendi gerçekliğimi yaratıp kimseye hesap vermeden yaşadığım değişik paralel evrenlerin kapısını aralamak demek yazmak. İyi yazmanın formülü sizce nedir? Ozan Kırıcı: İyi yazmanın formülünün çok fazla okuduktan sonra yazmak diye düşünüyorum. Ne kadar fazla kalemin kâğıt üzerindeki kıvrımlarını görür ve onlardan feyiz alarak yazarsak kendimize has yazı stilimizi elde edebileceğimize inanıyorum. Kalemin ucunun sivrilmesi için düzenli bir yazı ritmi tutturmak da önemli. Yazdıktan sonra her kelimeyi kutsal kabul edip ellemezlik etmemeli; gerekirse cümleleri, paragrafları da silebilmeli, nihayetinde hikâyenin bir bütün olduğunu unutmamalı. Eleştiri de bir yazarın yazınını geliştirmesi için en önemli etmenlerden biri. Bunun için çok uzaklara da gitmeye gerek yok; ailelerimizden ve arkadaşlarımızdan bir okuyucu olarak yazdıklarımızı eleştirmelerini isteyebiliriz. Tüm bunların neticesinde ortaya çıkan metin için de hiçbir zaman “Bu oldu,” dememeli ve gerekirse her şeyi baştan yazabilmeyi göze alabilmeli.
Daha iyi yazmak isteyenlere ne önerirsiniz? Ozan Kırıcı: İlhamın ya da doğru anın gelmesini beklemeyin. O an için yazacak bir hikâyeniz yoksa kendi hayatınızdan bir anı kaleme alın, onu değiştirin, bükün ve yeniden yaratın. Yazmak üzerine değerli yazarların atölyelerine katılabilir, yazdıkları kitapları okuyabilir (örneğin Stephen King’in Yazma Sanatı kitabı), bu konuyla ilgili internetten pek çok kaynağa ulaşabilirsiniz. Yılmadan, pes etmeden, kimse için değil, kendiniz için yazın. Kendinize ait olan bakış açınızı yansıtmaya çalışın. Sonuçta hiç kimse hayata sizin bakış açınızdan bakamayacağı için sizin gibi de yazamaz. İlgi çekici olanın da bu olduğunu düşünüyorum. Hepimiz, özgün ve güzel birer kar tanesi gibiyiz. Kendinize inanın ve asla vazgeçmeyin. Bir kere kötü bir yazı kaleme aldığınızı düşündüğünüz için yazıdan soğumayın ve devam edin. Kader, ısrarcı olanları sever.
|