• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/kitapkonagi
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=+905334645270
Okuyalım, Okutalım
Takvim
Site Haritası
Nurittin Günay
nrttngny@gmail.com
Kaderim
03/10/2020
Bilmiyorum kaç çift vardır, yolları bizim gibi kesişen, hikâyeleri bizimkine benzeyen? Birebir aynı olmasa da benzeşen yanları olan kaç yaşantı, kaç birliktelik var acaba?
Kadere inanır mısınız bilmem ama ben inanırım; en azından yaşadıklarım böyle düşünmemi sağladı. Hayatımız boyunca yaşadığımız hiçbir şey tesadüf değildir aslında. Her ne yaşadıksa alnımıza yazılan yazımız yani kaderimizdir onlar. Zaten mitolojide kader, bütün olayların, yaşanılanların önceden ve değişmeyecek biçimde düzenlendiği inancı, alın yazısı, yazgısı; İslam’a göre de Allah katında ezelden ebede iyi yada kötü bütün hadiselerin bilinmesi ve takdir edilmesi değil midir? O halde bütün yaşantımızın birbirine bağlı olması ki bu bağ her ne kadar pamuk ipliği kadar ince ve zayıf olsa da yaşadıklarımız, yaşadıklarımızdan çıkardığımız tecrübelerimiz de kaderin bir cilvesi değil midir aslında?
Anne babamızın kim oldukları, zengin ya da fakir olmaları, dünyaya bakış açıları, yaşadıkları çevrenin özellikleri, mahalle baskısı dediğimiz olgunun hayatımıza ne yönde etki ettiği de kaderdir bana göre. Bize düşen ise kaderimizin çizdiği yolda bize yazılan rolü oynamaktır. Aslına bakarsanız bu oyunu nasıl oynadığımız, oyunda seçtiğimiz yol da gelecek yaşamımızı belirleyen kaderdir.
İlk olarak kendimi, çevremdeki kişileri, yaşam biçimlerini, hayattaki rollerini tanımaya başladığımda yani aklımın ermeye başladığı yıllara baktığımda üç ya da dört yaşlarında bir çocuktum. Gece gündüz demeden çalışmaktan, üç kuruş kazanıp çocuklarına çok iyi olmasa da ortalama bir hayat sunma gayretinde fakir bir ailenin ilk çocuğu. Ellerimde, ayaklarımda, vücudumun genellikle eklem bölgelerinde egzama ya da mantar tarzı yaralar vardı hatırladığım. On beş yaşıma kadar yoldaşım olacak, bana çeşitli acılar yaşatacak yaralar. Nereden bilebilirdim ki o yıllarda o yaraların hayatımı değiştireceğini, benim için belki dört dörtlük değil ama güzel bir yaşantı sunacağını.
Çok üzülmüştüm o zamanlar. Çünkü, çok acılar çekmiştim yaralardan. Gitmedik doktor, hacı, hoca, üfürükçü, tükürükçü ve de ziyaret, denenmedik alternatif tedavi yöntemi kalmadı. Ama bir türlü olmadı. Hele bir keresinde komşular “Bir adam var bu yaralar için okuyor tam ocak bu adam, siz de bir gidin okusun çocuğun eline.” dediler. Bir umut belki faydası olur diye gittik. Keşke gitmez olaydık. Adam altmışlı yaşlarda, uzun boylu, seyrek sakallı, ince yüzlü, yüzünde şeytanlar oynaşan mendeburun biriydi bana göre. Önce sağ elimi avuç içi yukarı gelecek şekilde tuttu. Ağzının içinden bir şeyler mırıldandı. Sonra bir hafta yemek yemeye tiksindiğim olay gerçekleşti. Adam bir güzel kansırıp sonra tükürdü elime. Ne kadar iğrenç demeye kalmadan üç defa tekrar etti bu olay. Aynı ritüel sol elim için tekrarlandı. Öğle saatleriydi bunlar yaşandığında. İki saat ellerimi yıkamamamı tembihledi. Olayı yaşamak ayrı, sonuçlarına katlanmak daha farklıydı. Keşke çare olsaydı. Ne ilaçlar ne maneviyat ne de hissiyat fayda etmedi. Alıştım mecburen acıtsa da canımı onlarla yaşamaya. Hele bir keresinde bütün el parmaklarımın uçlarında, tırnak diplerine yakın olan üst kısımlarında ve avuçlarımın içindeki yaralara annem ilaç yapmış; her bir yaranın olduğu yeri ayrı ayrı sarmış, gören dilek ağacı zannedip çaput bağlamaya kalkmıştı da çok utanmıştım. Oysa ne kadar yanılmışım. İnsan kaderinden utanır mı? Çocukluk işte. Ben utanmıştım.
İlkokulu bitirdiğim 1978 yılında ülkenin hali hiç iyi değildi. Sağ sol kavgası memleketi kasıp kavuruyor, her gün bir yerlerde olaylar patlak veriyor, kardeş kardeşi sırf siyasi görüşü farklı diye vuruyordu. Yaşadığımız küçük beldede ortaokul yoktu. Olsa, belki babam beni okula yollayacaktı. Ama yoktu işte. En yakın ortaokul beldeye yedi kilometre uzaklıktaki ilçedeydi. “Yok.”, dedi babam. “Okullar çok karışık, seni okula yollayamam. Hem sen anarşist mi olacaksın başıma.” dedi ve okula göndermedi. “Seni bir usta yanına çırak vereceğim ama şimdilik çırak almayacakmış. Bir yıla kadar haber verecek. Haber verene kadar beklersin, iş olursa gidersin.” dedi, babam. Kabul ettim mecburen. Zaten başka seçeneğim de söz hakkım da yoktu. Kendi geleceğim hakkında karar veremiyordum. Babam ne derse, nasıl isterse öyle olacaktı. İstemem demek, karşı çıkmak hem saygısızlık hem de konu komşunun gözünde değersizleşmek, ailenin küçük düşmesi, horlanması demekti.
Tam yedi ay sonra geldi haber ustadan. Babamla birlikte gittik. İlçede tam okul yolu üzerinde bir oto elektrikçi dükkanı. İki kardeş birlikte çalışıyorlardı. Babamın dediğine göre her ikisi de ilçenin en iyi oto elektrikçisiydiler. Onların kıymetini bilmem, sözlerinden çıkmamam ve gözümü dört açıp işi bir an önce kapıp öğrenmem konusunda beni uyardı ve gitti babam. Artık bir tamirci çırağıydım. Hem de okul yolu üzerinde. Arkadaşlarım okula giderken benim elim yüzüm kir pas içinde onları izleyip için için ağlayacağım ama kimseye belli etmeyeceğim bir yerde. Allah’tan altı ay kadar sürdü çıraklığım. Asit, yağ, pis derken ellerim ve ayaklarımdaki yaralar daha da büyüdü, alet edevatları tutamaz, ayaklarımın üstüne basamaz oldum.
Ülkedeki iç karışıklıklar, sağ sol kavgaları iyice ayyuka çıkmış bin dokuz yüz seksen yılı on iki eylülünde ordu yönetime el koymuştu. İlk defa o zaman askeri darbeyle karşılaştım, sokağa çıkma yasakları ve olağanüstü hal ile ilk o zaman karşılaştım. Ekonomik ve siyasi olarak on yıl yirmi yıl geriye gittiyse de huzur gelmişti bir nebze ülkeye.
Aylardan ekimdi, doktora gittiğimizde. Sorup soruşturup, bir güzel muayene ettikten sonra “Masa başı bir iş olmalı, bu işi yapamazsın.” diyerek çıraklık hayatıma son noktayı koydu doktor. İşte kader yine ağını örmeye devam ediyor, alınyazım tecelli ediyordu.
O yıl beldeye ortaokul açılmıştı. Doktorun söylediklerini de düşününce iki yıl önce kaçırdığım okuma fırsatını yeniden yakalayabilme umuduyla yalvardım babama, beni okula göndersin diye.
Korkudan ancak dil ucuyla yaptığım okula gitme isteğinin tezahürü olan yalvarmalarım olumlu bir şekilde karşılandı babam tarafından. İki yıl rötarlı da olsa artık okula gidebilecektim.
Ortaokula kaydım da hayatımda bazı kararları almama vesile olacak zemini hazırlamıştı aslında. Hani diyorum ya kader, alın yazısı. Babam “Git sor okuldakilere bakalım seni alacaklar mı, kayıt için neler gerekiyormuş, öğren.” dediğinde nasılda sevinçle gitmiştim okula. Binanın giriş kapısında karşılaştık müdür yardımcısı ile. Çağatay hoca diyorlardı. Sevecen, güler yüzlü, babacan tavırlı bir insandı. (Hâlâ öyle. Yüz yüze çok görüşmesek de telefonlaşır, sosyal medyadan haberleşiriz.) Çağatay hocam bana bir liste verdi, “Bunları hazırla gel, kaydını yapalım koçum.” dedi. İçimin yağları erimiş, o anda kanım kaynamıştı O’na. Üç yıl boyunca çok güzel diyaloğumuz oldu Çağatay hocamla. O zamanlar okul sonu müsamereler yapılırdı. Sayımız az olduğu için herkes neredeyse bir iki oyunda rol alırdı. Bir askeri canlandırmıştım o zaman, savaşta yaralanmış, aç susuz yollarda bitap düşmüş bir askeri. O kıyafeti daha üstümden çıkarmadan başarı belgesini onun elinden almıştım sahnede tüm seyircilerin önünde. Nasıl mutlu olmuştum yıl boyu çalışmamın karşılığını o çok sevdiğim Çağatay hocamın ellerinden aldığımda. Nereden bilirdim on üç yıl sonra ilk çocuğuma O’nun adını vereceğimi, bu kader değil de nedir?
Ortaokulda bu günkü bana şekil veren, beni işleyen, davranışlarıyla, samimiyetiyle, azmiyle, aydın kişiliği ile bizlere yön veren Fazilet hocamdan da bahsetmeden geçemeyeceğim. Çünkü, kaderimi yaşamama sebep olanlardan birisi de O’dur. Bu gün bu satırları yazmamda, şiiri, öyküyü kısacası edebiyatı sevmemde onun payı büyüktür. Hâlâ görüşmeye devam ettiğim bu saygıdeğer insan kendi yaşamıyla da bizlere örnek, kaderimizin şekillenmesine yardımcı olmuş ve olmaya devam etmektedir.
Ortaokulu bitirdiğim yıllarda kader, yine alttan alttan işliyor, arka planda çalışmaya, hayatımı yönlendirmeye, alnıma yazılanı yaşatmaya devam ediyordu.
Meslek liseleri çok popülerdi o dönemlerde. Hele elektronik altın çağını yaşıyordu. Her meslek lisesinin sınavları ayrı oluyor, çekilen puana ve yapılan tercihe göre bir bölüme yerleşilebiliyordu. Meslek liseleri genellikle il merkezlerinde yer alıyor yeni yeni ilçe merkezlerinde de açılıyordu. Ancak bizim ilçede henüz açılmamış, il merkezinde ise birisi yeni açılmış iki tane meslek lisesi vardı.
Sınavlara girdim ve yeni açılan meslek lisesindeki elektronik bölümüne kayıt yaptırmaya hak kazandım. Beldeden günlük gidiş gelişler zor olacağından ortaokuldan benim gibi elektronik bölümünü kazanan Ahmet ve torna tesviye bölümünü kazanan Şeref ile birlikte okulun olduğu mahalleden bir ev tuttuk. Son sınıfa geldiğimizde erkek kardeşim de benim gibi elektronik bölümünü kazanınca ailem de taşındı il merkezine.
Okul açıldıktan bir ay sonra kardeşimin daha önce sınavına girdiği Konya sağlık meslek lisesini yedekten kazandığı haberini alınca onu oraya göndermeye karar verdik. Ne de olsa orası yatılı ve sonrası atama garantiliydi. İşte bu olayda benim kaderimle ayrı bir imtihanımdı. Meslek lisesini kazandığım ilk yıl aynı kardeşimin yaşadığı süreci ben de yaşamış, Diyarbakır çevre sağlığı bölümünü yedekten kazanmıştım. Ailem gerek işi ciddiye almadığından gerekse elektronik bölümünün daha iyi olacağını düşündüğünden beni sağlık meslek lisesine göndermemişti. Hiçbir zaman kardeşimin gitmesi ile ilgili bir kıskançlığım olmadı. Ama bu olay kardeşimin lise sonunda bana göre hayata erken atılmasını sağladı. Ben ise ailemin yönlendirmesi sonucunda kaderimin çizdiği yolda devam etmek zorunda kaldım.
Lise son sınıfta üniversite sınavlarına girmiş Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Fizik bölümünü kazanmıştım. Şimdi olduğu gibi sınav sonucuna göre değil sınava girmeden tercih yapmak zorunda olduğumuz için tercih sırasının başlarında yüksek puanlı, sonlara doğru düşük puanlı okullar yazmıştım kazanabilme ihtimalini arttırmak için. Şimdi üniversite sınavlarına girecek olsam fizik bölümünü asla yazmazdım. O zamana kadar hiç merak etmemiştim. Erzurum, tıpkı soğuk iklimiyle yavaş yavaş ve sinsice hayatıma girmeye hazırlanıyordu. İyi ki de girmiş. Açtım bir harita baktım bu Erzurum nerede diye. Ama okula kaydımın yapıldığı günün ertesinde geçirdiğim trafik kazası ile benim kayıt da Erzurum’un havası gibi dondu ve Erzurum ile tanışmamız bir yıl ertelendi. Ertesi yıl hayatımda çok önemli bir yere sahip olan, ikinci memleketim ve de şansım dediğim Erzurum ile bir yıl gecikmeli de olsa tanıştık. İki zıt kutuptuk aslında Erzurum’la. Ben ne kadar sıcakkanlı isem o bir o kadar soğuktu bana. Ama olsun, O benim kaderimdi ve ben bu kaderi yaşamaya hazırdım.
Erzurum’da ilk yılım ailemden ayrı kalmam nedeniyle kendi kararlarımı belirlememde zorlandığım bir yıl oldu. Bu zamana kadar hayatımla ilgili bütün kararları benim adıma babam vermişti ve artık babam yanımda yoktu. İyi ya da kötü alacağım bütün kararlar yani kaderimin bundan sonrasını belirlemek bana ait olacaktı. Artık öncesini düşünmüyor geleceğimi planlamaya, kaderime yön vermeye çalışıyordum. İnsan ne yaparsa yapsın bazı şeyleri belirleme, yön verme şansı olmuyor. Soğuk çok soğuktu Erzurum. Soğuklar böbreklerimi olumsuz etkilemiş, taşlar yerinden oynamış ve iş ameliyat derecesine gelmişti doktorların söylediklerine göre. Ameliyat olmalı yoksa böbreği kaybedebilirmişim. Erzurum’la tanıştığımız ilk yılın sonunda ameliyat oldum ve hayatımın aşkıyla şimdiki eşimle tanıştım. Bu güzel kız hastanede hemşirelik yapan bir hemşerimizdi. Arkadaşımın köylüsüydü. Bizlere yardımcı olması için tanıştırmıştı arkadaşım. İyi ki tanıştırmış. Ben de alın yazımı doğru okumuşum. Allah’ım bu ne güzel bir alın yazısı, ne güzel bir kader.
İlkokuldan sonra okula gidememe üzülürken, lisede sağlık meslek lisesine kayıt şansımı kullanamamış olmama içerlerken hayatımın aşkını bulmuşum. Bu kader değil de nedir?
Üniversite hayatım biraz uzun sürdü. Gerek altyapının olmaması, gerek siyasi tartışmalar neticesinde yedi yıl sürdü okulum. Yedi yıl sonra evlendik aşkım dediğim o kızla, birleştirdik yollarımızı, kaderimizi. Şimdi iki oğlumuz var. Biri daha lisede diğeri de doktor çıkacak bu senenin sonunda.
İşte böyle benim kaderle imtihanım. Kader tamamen elimizde değilse de yön vermek, seçimlerimizi doğru yapmak elimizde. Yani seçimlerimiz kaderimizdir, ya da kaderimiz seçimlerimizdir.


613 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

Babamın Jübilesi - 12/10/2021
Zamansız yağan bir yağmur gibi Apansız geldi sorunlar Ve yakıp yıkmaya Ve yürekleri dağlamaya başladı acılar Ve fırtına öncesi sessizlikti ağıtlar
Gülden - 28/03/2021
Adını gül koydum çiçeklerin en güzeli gülden
Yaprak Dökümü - 05/03/2021
Yaprak Dökümü
Tarihin Tanıkları - 05/03/2021
Tarihin Tanıkları
Atasözleri - 19/12/2020
Atasözleri, halk kültürünün bir yansımasıdır.
Yangın - 20/11/2020
Sadece ağaçlar mıydı, toprak hırsı ve rant uğruna cahilce, bilinçsizce çakılan çakmağın, atılan sigaranın, kırılmış camın çıkardığı, rüzgarla şiddetlenip harlanıp büyüyen; yeri çıplaklaştıran, göğü kirleten, ocakları söndüren, hayvanları öldüren....
İyi Saatte Olsunlar - 20/11/2020
İyi saatte olsunlar geliyor bazen bana. Epey de kalabalık geliyorlar. Genellikle çok uzun kalmıyorlar ama kaldıkları anı dolu dolu yaşıyoruz birlikte.
Çocukluğumun Oyunları - 24/10/2020
Çocukluğum Mersin Antalya yolu üzerinde şirin bir kasaba olan Limonlu’da geçti. Evimiz yoldan dağlık kesime doğru eskiköy denilen yerdeydi.
Çaresizliğin Gözyaşları - 02/10/2020
Öykülü şiir
 Devamı
Fikir Konağı
Abdullah Küçük
Ev Hapsi Günlerinden

Ali Haydar Koyun
Rakamlarda büyük, güç de zayıf olan topluluk

Derya Kadıoğlu
Yalvaç'ın İnsanları

Fırat Han Koçak
Dünyayı Sömüren Küresel Çeteler - 4

Hanife Mert
Eylül ve Hüzün

Zehra Gaylan Yüksekkaya
"Sahi, Neydi Bayram?"

Abdullatif Acar
Umut Adına Martı Olmak

Afşin Selim
Kitapla Diriliş

Ahmet Aytaç
Yazmak kolaydır, Okutturmak büyük marifet ister...

Altun Özmeşe
Kalpteki Kor Parçası

Aslı Ersoy
Zıtlıkların Öğretisi*

Aynur Hazar
Nice Ömürler Eskir Yaşamanın Teninde

Ayşen Kurban
Eksiğim

Aytekin Duran
Görmek ve Duymak Nasıl Bir Duygudur...

Beyhan Uygur
Şekerci Dede ve Tonton Eşi

Burak Kılıçaslan
Burak Kılıçaslan: Emin Demir ile "Ferman" Üzerine Bir Söyleşi

Çağrı Cebeci
Çağrı Cebeci: Yaşlılık

Dilruba Başak
Her Şey Sevince Güzel

Diyanet İşleri Başkanlığı
Öfkeye Hakim Olmak

Engin Dinç
Dil Belası

Ergül Yılmaz
Bir Demet Şiir

Gamze Karadağ
Kayahan Demir: Gaipten Sesler

Gamze Parlak
İnsanlık Nereye Gidiyor

Gözde Karadağ
Gözde Karadağ: Hakan Yusuf Yılmaz - Alpagut Budun 1 Beklenmedik Keşif

Gülhan Teke Genç
Evrildik (mi?)

Hatice Yatkın Yetişen
Adımı Unutma (İmza: Kadın) / Kitap Yorumu

Havva Yaşar
Tefekkür Üzerine Hasbihal

Hayrettin Gönül
Zaferimiz Daha Bir Yaşında!

İbrahim Ethem Gören
Bir Burak bekleniyor!

İlhan Özgür
Türk Eri

Kaşif Meriçli
Kaşif Meriçli: Little Fugitive

Mahmut Ferhat Alptekin
Demokratik Sol

Mecbure İnal Vela
Çizdim, oynamıyorum!

Mehmet Aydın
Ömer Faruk Kaya: Sus ve Bana Aşkı Anlat

Merve Güney
Güneşin Kızı Biterken

Meryem Seyda Parlak
Psikoloji’ye (Ruh Bilimine) Olan İhtiyaç

Muharrem Dere
Doğu, Batı. Dost, Düşman! Kime Göre?

Murat Ginlik
Kısacık ve Çok Uzun Bir Hikâye

Murat Şaşzade
Küçük Tuhaflıklar

Mustafa Gündoğdu
Ölüm Var...

Nagihan Örsel
Sadece SEN!

Nazan Arısoy
Yağmur'un Aşka Teslim Oluşu

Necati Dilek
Uğruna Şiirler Yazılan Kadın

Necdet Bayraktaroğlu
Büyük Türk Devlet Adamı Timurhan'ın Hayatı, Vasiyeti ve Yasası olan Tüzükat-ı Timur

Nermin Güday Kaçar
Asker Yolu Beklerim

Nurcan Dağ
Yalancı Pollyanna Kitap İncelemesi

Nurhan Işkın
Dedemin Saati

Nurittin Günay
Babamın Jübilesi

Özlem Akşit
Selamlaşma Geleneğinin Toplum ve Gençliğimiz İçin Anlam ve Önemi

Pakize Şeyma Kandemir
Salgının Yeni Yazarları 1

Selahattin Doğan
İyilikde İnatlaşmak

Şükran Pınarcan
Duran Çetin Cüneyt kitabı yorumu

Turan Yalçın
Çay Felsefesi

Yasemin Ilgın
Yasemin Ilgın: Hayallerim

Zeynep Didem Gezgin
Merhamet