Mecbure İnal Vela
Çizdim, oynamıyorum!
04/12/2020 “Çizdim, oynamıyorum!” demişti hayat arkadaşına. Bütün hüzünleri omuzlamış, ayrılmıştı yanından adam. Yolları ayrılmıştı. Uzaklaşırken, kar üzerinde hep geri geri adım atmıştı ikisinin de yürekleri. Fakat kimse fark etmemişti bunu. İkisinden biri, diğerinin neler hissettiğini fark etmemişti. Çünkü ayak izlerine bakmışlardı, kar üzerinde birbirinden uzaklara ilerleyen iki çift ayak izine… Sopsoğuk kalakalmıştı iki yürek, hava soğuktu… **** Saatlerdir gömülüp kaldığı koltuktan kalkmak, kalkıp ışıkları yakmak gelmemişti içinden. Mazinin karanlık ve dehlizvari yollarında dolaştıkça, soğuyan yürek, buz tutmaya meyletmişti. Bir garip ruh hali, yoğun bir duygu karmaşası solumaktaydı bu saatlerde. Hiç böyle olmamıştı. Bir istasyonun bekleme salonundaydı adeta. Fakat son tren de kaçmıştı… Öte yanda, bitimsiz bir yolculuğa çok yaklaşmış gibi bir duyguyla dopdoluydu. Bitmeyecek bir yolculuk… Ne korkunç duyguydu bu!. Hiçbir zaman yaptıklarından dolayı pişmanlık duymamış iken, pişmanlıkların hepsi bu akşama mı istif olmuştu? Neyin nesiydi bu hal? Yanı başındaki abajuru yaktı. Yüzü bronz bir heykel kadar duygudan mahrumdu. Sehpanın üzerinden o gün gelen kadın dergisini aldı, sayfalarını gelişigüzel karıştırmaya koyuldu. Beyninin çatısına asılan hüzün bulutlarını bu şekilde dağıtmayı denedi ise de, “Flörtün on altın kuralı”nı okuyarak avunacak yaşı gerilerde bırakalı çok olmuştu. Dergiyi fırlatıp eski yerine attı. Abajuru kapattı ve düşüncelerini eski yerinden eline aldı. Senelerce evvel ayrıldığı kocasının ani ölümünü öğrenişi miydi hayatını bir anda alt üst eden? Mukavvadan bir dekor muydu ki hayat, bir ufacık fiskeyle darma duman oluyordu? Ufacık fiske mi? Ölümün ufağı olur muydu sahi? Seneler önce ona “çizdim-oynamıyorum!” diyen kendisi olmuştu. Şu an mezarda yatan kocasının ayrılmamaları yolundaki ısrarlarına kulak asmadan… Demek o şu an taze mezarındaydı? İlk gecesini geçiriyordu toprakta! Ne feci!. Elini gayri ihtiyari alnına yapıştırdı. Saçları diken dikendi. Bulunduğu odanın hacmi daralmaya, mevcut sıkıntısı büyümeye başlamıştı. Oksijen mi tükeniyor, niçin daralmıştı nefesi böyle? Yoksa, yoksa korkuyor muydu? Neden, kimden? Ruhlardan, cinlerden, perilerden?.. İnanmadığı şeylerden mi? Hıh! Ama korkuyordu işte, elinde değildi! Annesinin, çocukken kendisine anlattığı cin hikayeleri birer birer hatırına gelmeye başladı. Sonra arkadaşlarıyla tertip ettikleri ruh çağırma seansları.. İnanmadıkları ruhları çağırmışlardı… Odanın içindeki eşyada bir kıpırdanma gözlemliyordu. Alnı, avuç içleri terlerken damarları uyuşmaya başlamıştı. Ah, yerinden kalkabilse! Işıkları yakarak gölgelerin kendisine oynadığı oyunu bir bozguna uğratsa! İlk defa başına geliyordu bu yalnızlık korkusu. Soğuk bir odada, kocaman yatağında, tek başına can vermek… Halbuki yalnızlığı kendisi seçmemiş miydi? Hür kalmak uğruna, evvela iki çocuğunu ard arda düşürmemiş miydi? Kocasıyla büyük kavgalar etmelerine sebep o iki çocuk… Kocası ve ailesi karşısında olsa da, devlet yanında yer almıştı bu işi yaparken.. Televizyon, radyo, gazeteler, dergiler: “İstemediğin çocuğu doğurmamalısın! Sen hür iradeli bir kadınsın!” dememiş miydi hep bir ağızdan? Fikirlerine fazla ehemmiyet vermediği bir arkadaşı onu uyaracak olmuştu da: “Nüfus planlaması, batının bize atmaya çalıştığı bir kazıktır. Almanya bugün bizim gittiğimiz yollardan dönüyor. Korunulduğu halde doğan çocukların kısır olduğu hakikati, Alman kamuoyunu dehşete düşürmüş durumda.” Demişti de, o kulak asmamıştı. Ne hakiki arkadaşlarına, ne de ailesine kulak asmıştı. Kendi kararlarını hep kendi vermişti. Ve neticede kocasından da ayrılmış, hür bir kadın olarak dilediği insanlarla düşüp kalkmıştı. Yanılıyor muydu yoksa? Bu bir aldatmaca mıydı? Düşmüş de kalkmamış mıydı? Toplumun çöküntü noktası kendisi miydi? Bir zamanlar ne emekler verilmiş, estetiğine özenilmiş de olsa, ihtiyarlayınca bomboş bırakılan ahşap evler gibi bir köşede unutulacak, taş taş dökülerek harap mı olacaktı? Özgürlük denilen masalın sonu böyle mi bitiyordu? Korkusu bütün odayı kaplamışken, kapı ağzına birbirine uzak bırakılan, iki terliğinden biri diğerinin yanına yürüyünce, artık aklından olduğu vehmine kapıldı. Çağdaş bir kadın olmakla övünürken, çağdaş bir deli olacaktı galiba.. Ani bir doğruluşla yerinden kalkarak elektrik düğmesine koştu. Titreyen parmakları, evde ne kadar düğme varsa hepsini açtı. Lakin evin odaları aydınlığa boğulurken, ruhundaki koyu karanlık dipdiri durmaktaydı. Ruhuna bir parça ışık sızdıracak, bir menfez bulunamaz mıydı? Eşyanın yerli yerinde, kıpırdamadan durduğuna kesin kanaat getirince bir parça rahatladı. Yatak odasına geçerek, yatağının ucuna oturdu. Bedeninde bir ince titreme nöbeti etkindi. Gözleri bir delinin gözleri misali yuvalarından uğramıştı. Ruhunu kemiren, iliklerini emen hasretliği kime, hangi şeye yoracağını kestiremedi. Neyi özlediğini bilemeden, deli gibi özledi. Bu cinnet akşamını uzatmak için, bütün hünerini ortaya sermişti dakikalar. Geçmemek inadına tutulmuştu saniyeler. Birkaç sene evveline kadar, yalnız kaldığı geceler parmakla sayılacak kadar az olurdu. Biri gider, diğeri gelirdi… Ya şimdi? Yaşlanmıştı demek! Bir eski ahşap evden farkı kalmamıştı, yıkılmaya terk edilmişti. Kimseler çalmıyordu kapısını. Yalnızlığına hiçbir gölge uğramıyordu. Oysa ne çok isterdi, bir dost yürek, şu yorgun yüreğinin fersiz çarpıntısına karşılık versin. Bir çocuk ağlaması ile uykusu yarı belinden, en tatlı yerinden bölünsün! Mini mini eller eteğini çekiştirsin… O meşakkatli lezzeti duymayı ne çok isterdi! Halbuki şimdi… Son tren kalkmıştı! Kalktı, sürüklenircesine birkaç adım attı. Tuvalet aynasının önündeki pufa çöktü. Gözleri aynadaki yüzüne, yüzündeki kırışıklara asılı kaldı. Çizgiler, gizgiler… “Çizdim, oynamadım!” diye fısıldadı mor dudakları. Ömür saati elli ikiyi gösteriyordu yüzünde. “Zaman, uyanmak için çok geç!” dedi kendi kendine. Duvar saatine baktı sonra. “Uyumak içinse erken...” Bir sigara yaktı. Aynadaki yüzü sigara dumanıyla buğulandı ve düşünceler arasında öylece donakaldı. |
Yorumlar |
çizdim oynamıyorum 09/03/2021 18:46 ben de bir zamanlar çizdim oynamıyorum demek istemiştim. İyi ki dememişim dedim okuyunca yazdıklarınızı. Yüreğinize kaleminize sağlık. Çok güzel , akıcı bir dili var yazının. Kaleminiz ve yüreğiniz susmasın. Nurittin Günay |
Yazarın diğer yazıları |