Zehra Gaylan Yüksekkaya
Sesimizi duyan var mıııı?..
15/04/2023 Bir pazar gecesiydi. Pazartesi olacak, herkes rutin hayatına devam edecekti. Banyolarını yapıp yatan kuzucuklar, sabaha okula yetişecek, İstiklâl Marşı ile haftanın ilk gününe merhaba diyeceklerdi. İşe gidecek olanlar, sabah giyecekleri kıyafetleri, ellerine alacakları çantaları hazırlamışlardı bile. Kimi, pazartesi akşamı kız istemeye gidecek, kimi çocuğuna doğum günü pastası üfletecekti. Kimi kira parasını denkleştirecek, kimi evinin son taksitini yatıracaktı. Gelinlik provasına gideceği için heyecan yaşayan da vardı, doğuma girecek karısına cesaret veren de. Özür dileyecekti belki kıran, kırdığından. Birlikte geçirilen son zaman dilimleri olduğunu bilmeden gülüştü kimileri, kimileri sarıldı, kimileri sevişti, kimileri küsüştü... O sıralarda, Doğa Ana'nın hareketlerinden kimselerin haberi yoktu. Birden gökyüzünde patlamalar oldu sanki, bu patlamaların sebebi yeryüzündeki sarsıntı idi. 6 Şubat, saat 04.17’de başlayan sarsıntı durmak bilmedi. Herkes çaresizdi... Hayatlar, hayaller, evlatlar, anneler, babalar, dedeler hatta kundaktaki bebeler enkaz altında kalmıştı... Hiçbir şeyden habersiz sıcacık yataklarımızdan sabah bir uyandık ki evlerimizde değil, Cahit Zarifoğlu'nun, “Gönlümün yükünü kaldıramıyorum.” dediği yerdeyiz. Ne çok acı vardı vatanımızda... Yüreğim, eski bir sandalye görevi görüyor şu sıralar. Hırkasını sandalyeme asıp giden insanların acısı acıtıyor içimin taa içini. Un ufak olan evlerin enkazları altında kalan hayatları düşündükçe kanıyor canım. Yiyecek ekmeği olan mı hayatta kalıyor, çekecek çilesi olanlar mı bilemediğimiz buruk bir sevinç de var tabii. Enkaz altından kurtulup yeni hayatlarının enkazı altında kalanlara ya ne demeli? Gidenlerle ölmemek için kalanlara sarılmaya çalıştığımız şu günlerde ise kollarımız, ne evlatlarını, analarını, babalarını, kardeşlerini, yakınlarını, bedenlerinden uzuvlarını kaybedenlere, ne de memleketlerini, çocukluklarını, anılarını, gençliklerini, yaşanmışlıklarını terk edip göç etmek zorunda kalanlara yetişemiyor. Bir soru bir insanın yüreğini ne kadar acıtabilirse o kadar acıdı yüreklerimiz, “Sesimi duyan var mıııı?..” sorusunu duyunca. Sahi, sesimizi duyan var mı?.. Bir abinin, cebindeki bir paket bisküviye günlerce ağladık, paket paket inşaat malzemesi çalanlar yüzünden. Bir babanın, ölen kızının elini tutması gitmedi gözlerimizin önünden, o yavru, kurtulmak için, tutunabilecek bir duvar parçası bulamazken... Çaresiz bir anneye, “Çocuklarına seslen abla!” denildiğinde, “Hangisine sesleneyim, dört yavrum da içerde.” diye feryat etmesi, dört duvar evim olsun diyenlere mezar satanları da rahatsız etti mi acaba? Ben evimize döndüm, eşim, ”Yollar karlıymış, çocuklarımızı tehlikeye atmayalım hayatım, biz arkadan geliriz.” dedi. ”Keşke ben de kalıp ölseydim!” diyen babanın çaresizliğini, kimsesizliğini görünce inşaatlardan biz sadece kum, beton, çimento çalmamışız , insanların nefeslerini, hayatlarını, umutlarını, hayallerini de çalmışız dedirtti mi? “Kolumu kesip, bebeği kurtarın.” diyen bir depremzede kadar düşünebildi mi bir hayatı kurtarmayı, kolonu kesip hayallere, hayatlara son verenler... Bu felakette bile hâlâ fatura derdine düşüp hesaplardan para kesen, olmayan evlere fatura yollayanlar, soruyorum size, peki ya yiten hayatların faturasını kim ödeyecek? Sesimizi duyan var mıııı?.. Öğrendim ki insanın ölüsünü dahi yıkaması, ruhunu şifalandıran bir şeymiş. Ey vicdan yoksunu müteahhitler, ey bunlara göz yuman belediyeler, ey imza yetkisini birçok canı öldürmek için kullanan hak yiyiciler, ey satın alınan denetleyiciler, bilin ki bu acılar sizin eseriniz. Sizin eseriniz, cenazesini toprağa dahi gömemeyen insanların gözyaşları. Sizin eseriniz, helalleşemeden, kefenlenemeden ayrılan insanların ahı... Çocuklarının cesedini battaniyeye sarıp taşımak zorunda kalan babaların, “Ben yaşıyorum amma, evlatlarım öldü!” diye feryat eden annelerin, yıllarca çalışıp kenara köşeye ancak bir kefen parası koyabilen ana babalarını, kefensiz, çuvallarla, naylon poşetlerle toprağa veren evlatların çaresizliğinden daha acı ne var, söyleyin bana? İlk birkaç gün, ”Allah’ım, ne olur sağ salim ulaşayım aileme.” diye dua edenlerin, sonraki günler, “Allah’ım, ne olur cenazelerine bari ulaşabileyim.” ve enkaz çalışmaları başlayınca da “Allah’ım ne olur tek parça halinde bulunsun evladım, anam, babam, eşim, akrabam...” diye ağlayan, yürek dağlayan insanların âhı, imar affından mimarına, buna sebep olan, suçu olan kim varsa her birinin bedenine, ruhuna yapışmaz mı? Enkaz altında kalan insanların, “Ne olur yardım edin, bizi buradan çıkarın, imdaattt!” diye yakarışlarını duyup, çaresiz kalarak gözyaşlarına boğulanların çaresizliği elinize, eteğinize dolanmaz mı? Ya yardım beklerken donarak ölenler... Ya Rabbimmm, cennet bahçelerine al o canları da orada ısınsınlar... “Çök-kapan-tutun” demeyin, tutunacak dal bırakmadığınızda. “Evinize düdük alın, enkazda kalırsanız sesinizi duyurursunuz.” diye trajikomik bir öneri sunmayın, sesimizi şimdi duyup düdüğe ihtiyaç bırakmayan depreme dayanıklı yapılara onay vererek, Sağlam bina ile hayata tutunmamıza, Hâlâ vakit varken sesimizi duyurmamıza izin verin. Sahi, Sesimizi duyan var mıııı?.. Takdir Allah'tan elbette lâkin tedbir de kuldan. Allah’ın verdiği aklı kullanmayıp, kulun tedbirsizliği yüzünden yaşananlara takdir deyip geçemeyiz! Acımız büyük, yaramız derin. Kolay kolay geçmeyecek, çabucak unutulmayacak büyük bir yıkım yaşadık. Hiç tanımadığımız insanlara ağlayıp, onlara dualar edip, avuç içlerimizdeki âminleri sürdük yüzümüze, yüreğimize. Odamız soğuk demeye, karnımız tok demeye, derdimiz var demeye, sevdiklerimize sarılmaya utanır olduğumuz bu zor günleri, unutmayarak, unutturmayarak atlatmaya çalışacağız. Yüreğimiz Malatya Yüreğimiz Gaziantep Yüreğimiz Kahramanmaraş Yüreğimiz Hatay Yüreğimiz Diyarbakır Yüreğimiz Kilis Yüreğimiz Şanlıurfa Yüreğimiz Adıyaman Yüreğimiz Osmaniye Yüreğimiz Adana Kurban oluruz el ele verirsek bu cennet vatana. Ne söylesek az kalır ne söylesek eksik. Birden fazla evi olanın da bir göz evde oturanın da bazen zenginliğin, ayaklarını sıcak tutacak bir çift çorap, bazen iki karış kefen olduğunun farkına vardığı bu elem hadisenin unutulmaması, herkesin başını sokacak, kendine ait bir evi olması, insanların memleketlerine geri dönmesi, yaralı canların dertlerine derman olunması ümidiyle... Ölenlere Allah'tan rahmet, yaralılara acil şifalar, tüm halkımıza da geçmiş olsun diyerek, Ahmet Kaya'nın bir sözü ile bitirmek istiyorum satırlarımı, “Bu sene memlekete kış gelmedi diye çok üzüldük. Birden kar yağdı, sevindik. Gelinlik giydi sandık memleket. Meğerse ülkeme kefen getirmiş. Onun için, sevdiklerinize sıkı sarılın. Ölüm takvim kullanmıyor iki gözüm...” Depremi unutmayın, unutturmayın! Rabbim afatlarından korusun. Selam, dua ve sevgiyle... Zehra Gaylan Yüksekkaya |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
Destan yazdıran vatan mücadelemiz 108 yaşında. - 15/04/2023 |
Destan yazdıran vatan mücadelemiz 108 yaşında. |
"Sahi, Neydi Bayram?" - 15/04/2023 |
Eski bayramları istiyorum, yenisine hiç alışamadım. |
"Hayırlı Ramazanlar" - 15/04/2023 |
Hakkımızda hayırlı olan tüm dualar kabul olsun. |
Sabır Denizinin Akıntılı Suyu - 14/12/2022 |
Bu büyük kayboluş içinde Bulunabilmeyi beklemiyorum |
Öteki Taraf - 14/12/2022 |
Hangi tarafta olursanız olun, Öteki, yahut beriki, Sevdiklerinizin, yüreklerinde kalın yeter ki bakî... |
Aşure Günü - 28/08/2021 |
Keyfiniz, sağlığınız aşureniz afiyet dolsun |
Hayat, harika bir hediyedir. - 28/08/2021 |
Hayat, harika bir hediyedir. |
Selam Olsun... - 15/07/2021 |
"Sabahtan akşama kadar kurşuna dizilenlere!" Selam olsun... |
İlim Uğruna Yollara Düşen "Yaman Arıkan" - 15/07/2021 |
Ölüm için yazılan nice şiirlere selâm, ölümün yakışmadığı nice yiğitlere, ölümden kaçamayan nice fanilere rahmet olsun... |
Devamı |