Afşin Selim
afsinselim@gmail.com
Kitapla Diriliş
27/11/2014 “Hikâye bitti” dediler. İnanmayı arzuladım. Fakat nafile… Devam ediyordu. Olması gerektiği gibi… Doğal seyrinde. Müdahale, nereye kadar? Dilediğin kadar oyalan, tadını çıkar, acı ve tatlı iki deniz birbirine kavuşuyor hâlâ; ayrışarak… Hikâye, kahramansız olmaz. Ya insan çıkacak buradan ya da tabut… İşittin mi, oralı bile olmadın, üzerine alınmadın! Meseleyle irtibatlı olarak: Çok gelişmiş çağ canlısının yaşamsever koçları, hastalarına yine hangi çıkmaz sokağı işaretlemekteydiler? Meşakkatli olana karşı en azından hürmet edilmeliydi. İnanmak istiyor olmanın hazzına erişebilmeliydi insan… Müttefikimi tayin hakkım vardı. Unutmadım, saklı duruyordu, gerçekleştirdiğim ittifak üzerinden, pozisyonumu aldım. Sayfa çevrilmemişti henüz; okuyucular, kahramanı alkışlamakla meşguldü. Risk, kahramana aitti çünkü… Diğerleri kafa konforları mümkün kıldığınca mutlu, sağlıklı ve eğlenceli bir şekilde doya doya yaşayabilirlerdi bu hayatı… Gelgelelim, tanıyanlar seviyordu onu. Tanısanız, siz de sevebilirdiniz. Dünyayı kurtaracak planları vardı. Şüphesiz, başka bir dünya mümkündü. İnanıyordum. O da inanıyordu. Gerçekleşecekti. Daha evvelinden işittiğim o cümle dilinin ucuna ilişmişti yine: “Nasip olursa en kısa zamanda toparlayacağım, ne zaman bilmiyorum.” Olsun. Endişeye mahal yoktu, geçerken uğramıştım sadece; ânı değerlendirmek için… “İnsan” dedim, “Duymak, görmek, işitmek ve en mühimi de, inanmak istiyor…” Umurunda mıydı? Okşuyordu onları. Seyrediyordum. Bu, ilk karşılaşmaları değildi oysa. “Eskiler” dedi, sustu. Memleket büyüklüğünde adamlar tanımıştı. Her birinin izleri sinmişti mekâna; raflara, kitaplara, sayfalara… “Bu” dedi, “Bana benziyor, tıpatıp.” Heyecanlanmıştı. Tahir Sami Bey’in Özel Hayatı’ndan nakletmeye başladı. Dinliyordum: “Kitapçıların ve çiçekçilerin bazı özellikleri olmalı, gelişigüzel insanlar bu mesleklerin içine girmemeli, kitaplar ve çiçekler itina isteyen varlıklar…” Esasında, insanları kıyıcı gördüğü için kitaplara kaçmıştı. Pekiyi. Huzurlu muydu? İlaçlar gibi kitapların da yan etkileri olabiliyordu. Kullanıcı veyahut okuyucu üzerinde… “Bir yere kadar” diyen insanın, nereye kadar olduğuna karar vermesi gerekmez miydi? Dahası da mümkündü. “Kitapta yazmaz bunlar” demişlerdi de, muzip bir gülümseme refakat etmişti çehresine. “Hayatın gerçekleri” hatırlatılmıştı yani… Niyeti halisti. Kitapla başlayacaktı dirilişi. Mevsimleri anlatacaktı kalabalıklara. Bilhassa yaşanamamış olanı, beşincisini, bir gün mutlaka yaşanması muhtemel olanı… Kalabalıklaşmış ve faaliyete geçmiş bir cehalet, daha ne kadar ürkütebilirdi ki? Yeter ki zihninizi ipotek edebileceğiniz birini buluverin… Sağlıklı düşünmek için kitap, elbette bir vesileden ibaretti. Düşünce tembelliği ise, uyuşturuyordu kitleleri; bu uyuşukluk, zevk veriyordu muhatabına. Fakat kim bilir, kitaplar, kaç kişinin canına kıyıvermişti şu hayatta… Evvel zaman içinde, şöyle yazmıştı gazete: “Hapis yerine kitap okuma cezasına çarptırılan ilk Türk: Allah düşmanıma böyle ceza vermesin. Hâkime, kitap delikanlıyı bozar, normal ceza ver diye yalvardım. Çok utandım. Herkes bana kıs kıs güldü.” Bunaltıcı rüyalardan uyanacağımız o malum sabah, herkes kendisini bir başka canlıya dönüşmüş şekilde bulabilirdi. İnsan, nasibi kadar yaşıyordu. Hız kestim, sakinleştim ve kendime geldim. O, kitaplara kaçmıştı. Ben de O’ndan kaçtım. Herhangi bir yere uğramaksızın; evime, şarkıma, kendime döndüm. Sırf kaybettiğimi hatırlayabilmek için… Hazist çağcıllarım gibi çok daha mutlu, sağlıklı ve eğlenceli günler görebilecek miydim? Durmadım. İlerledim. Kendime yapılmasını istemediğim şeyleri bir bir sıraladım. Uygulayacaktım. Hangisinden başlayacağıma karar veremiyordum. Fakat merhametten doğan maraz ve bacağından asılan koyun, bırakmıyordu peşimi. Belki de bu sayede, yabancılaşmıştım huzursuzluğa. Bu alçak dünyaya düşmüştük bir kere… |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |