Gözde Karadağ
İlker Günaçgün - Sakin Sabahlar Ülkesi adlı kitaba yorumum
01/03/2016 Sizin gönül verdiğiniz, hayatınızın aşkı, üzerine hayallar kurduğunuz birisi hiç haberiniz dahi olmadan, sorgusuz sualsiz kendi isteği ile hiç savaşa gitti mi? Peki, giden sevdiğinizi, geri dönüp dönmeyeceğini bile bilmeden tüm yaşayacaklarınız pahasına yine de bir ömür bekler miydiniz?... Yusuf, daha anne karnındayken, ırgatlık yapan, evini, eşini,çocuklarını geçindirmeye çalışan ve hastalıktan vefat etmiş bir babanın oğludur. Yaşam onu daha doğmadan babasızlıkla sınava tabi tutmuştur... Reşit, Dürdane ve Yusuf yine de tüm zorluklara rağmen büyümüş, Dürdane hariç diğer iki kardeş iş başına geçip, evlere temizliğe giden annesinin yükünü üzerinden bir nebze de olsa almaya başlamışlardır. Yusuf, işten gelip giderken yol istikameti üzerindeki bağ evinin bahçesinde arkadaşlarıyla oturup hem el işi yapan hemde arkadaşlarıyla gülüşüp sohbet eden Mehver adında dünyalar güzeli bir kıza aşık olur. Fakat 1950 li yıllara ait bu yaşam ve aşk şimdiki zamana göre olmadığından bu aşkın önünde çok fazla engel vardır. En başta Mehver'in babasıdır... 1950 yılının Adana'sına o günlerde ilk kez hayvanlı sirk gelmişti. Bu durum tüm Adana'lıları sevindirmekle birlikte en çok Yusuf'u sevindirmiş ve heyecanlandırmıştı. Çünkü Mehver'i bu sirk sayesinde görme hayalleri kuruyordu. Gün gelmiş çatmış ve arkadaşları ile birlikte sirke gelmişlerdi. Arkadaşları sirki izlerken, Yusuf yanlarından ayrılmış, tüm sirk çadırlarını dolaşmış ve gözleriyle Mehver'i aramıştı. Lakin sevdiği kadını bir türlü görememişti... Tüm umudunu kestiği bir anda karşısında gördü biricik aşkını... Onunla ilk kez o zaman, o gün konuştu. Mehver, kardeşi Yıldız'la birlikte hayvanlara bakıyorken, Yusuf'un ablasına yaklaşmasıyla durumu anlayan Yıldız, onları yalnız bırakıp biraz öteye gitmişti rahat konuşmaları için. Yusuf, Mehver'e ondan hoşlandığını ve onunla görüşmek istediğini söylediği bir anda, arkasında bir el hissetti arkayı dönmesiyle yüzüne yumruk yemesi bir oldu. Yusuf'un ağzını burnunu dağıtan, gömleğini yırtan Mehver'in babasıydı!... Tabi bu esnada sirk ara vermiş, arkadaşları Yusuf'u bulup neşeyle koşarak gelmişlerdi yanına. Ama arkadaşlarını o halde görünce şok olmuşlardı. Derhal duruma müdahale etmek istediler fakat Yusuf buna kesinlikle müsaade etmedi. Çünkü sevdiği kadının babasına, ister dövsün ister sövsün kesinlikle birşey yapamazdı.. Arkadaşları ve Yusuf tüm olanların ardına o gece Tekel Vedat'ın dükkanına gittiler. Arkadaşları Yusuf ile dalga geçiyorlar, Yusuf ağzını açmadıkça bahsetmek istemedikçe arkadaşları anlatması için daha bir üstüne gidiyorlar, tahrik ediyorlardı. Sonunda tahriklere dayanamayan Yusuf, başladı sevdasını arkadaşlarına anlatmaya. Yusuf'un anlattıklarından çok etkilendiler arkadaşları... Artık saat çok geç olduğu için ve yarın işe gidecekleri için herkesin evlere dağılacağı sırada Yusuf, eve nasıl döneceğini, gömleğinin yırtık olduğunu, sokakta çıplak gezemeyeceğini dile getirdiği arkadaşlarına. Tabi en yakın arkadaşı dostluğunu gösterip hiç düşünmeden derhal oduncu gömleğini kendi üzerinden çıkartıp Yusuf'a verdi. Yusuf eve o gece gizli girdi. Annesinin ve abisinin durumdan haberdar olmalarını istemiyordu. Sabah işe gitmek ve evdekilere görünmeden evden çıkmak için erkenden kalkıp elini yüzünü yıkayacağı lavaboya gitmiş fakat bu esnada abisi Reşit'le gözgöze gelmiştir. Kardeşinin o halini gören Reşit, derhal kimin yaptığını sorgulamaya başlamış, bunu ona kimin yaptığını sormuş, cevap alamayınca yapanlardan hesap soracağını söylemiştir. Yusuf derhal durumu anlatıp, Mehver'i çok sevdiğini ve kendisini bu duruma sevdiği kızın babasının soktuğunu söyler. Reşit anlatılanları dinlemez, o adama gününü göstereceğini söyler... Fakat Yusuf, kendilerinin de bir ablası olduğunu ve onu da bir erkekle görseler aynı tepkiyi vereceklerini anlatır ve bu durum abisini sakinleştirip anlayışla karşılamasını sağlar... Reşit, bir kez daha tekrarlanırsa, bir daha böyle bir zarar gelirse kardeşine, kesinlikle adamdan hesap soracağını bildirip konuyu kapatır... Aslında bu durumun ileride çok daha feci hadiselere gebe olacağının kimse farkında varmayacaktır. Ertesi günü Yusuf, bir şekilde Mehver'e ulaşır ve kız gelse de gelmese de evlerinin yakınındaki okulun oraya gelip umutla bekleyeceğini söyler. Bekler, bekler, bekler.... Mehver ortada yoktur. Yine umudunu kesip geri dönmeye hazırlandığı bir an da Mehver elinde poşetle karşı yoldan çıkagelir. Yusuf görür görmez heyecanlanır Mehver'den çok hoşlandığını, onunla hep görüşmek istediğini bir kez daha söyler ve ardından babasının kendisine birşey yapıp yapmadığını sorgular. Mehver'de birşey yapmadığını sadece çok kızdığını, bağırıp çağırdığını anlatır. Elindeki poşeti Yusuf'a verir ve kendisi yanından ayrıldığında açmasını mektubu da o zaman okumasını ister. Mehver eve gitmek zorunda olduğunu söyleyerek oradan ayrılır. Yusuf eve gidene kadar, meraktan çatlasa da poşeti açmaz. Açtığındaysa yepyeni bir gömlek ve Mehver'in mektubunu görür. Mektupta; kendisi yüzünden dayak yediği için üzgün olduğunu, gömleği neden hediye ettiğini anlatan yazıyla karşılaşır. Yusuf bu mektubu defalarca okuyup, bağrına basar... Aradan bir kaç gün geçmesiyle birlikte Yusuf yine dayanamayıp eve giderken Mehver'lerin evlerinin önünden geçer. Mehver'in babası yine yakalamıştır. Bu kez herkesin içinde tartaklar ve kovar oradan Yusuf'u. Tabi kovmakla kalmaz, polise haber verip kızını rahatsız ettiğini ve kaçıracağını söyleyip bir de üstüne şikayetçi olur. Yusuf'u bu şikayetten ötürü karga tulumba nezarethaneye götürürler. Orada bir güzel falakaya yatırırlar, artık ayaklarının acısına dayanamayan Yusuf bayılır. Ayıldığında ayaklarının üzerine basamayacağını görür. Daha sonra abisi Reşit, kardeşinin nezarethanede olduğunu öğrenir öğrenmez soluğu karakolda alır... Durumu sorar soruşturur. Hemen sonrasında Kabadayı olan arkadaşlarını alıp, Mehver'lerin evini basarlar, başta Mehver'in babası kafa tutmaya kalkar fakat Reşit fiziksel temas ile tehdit edip silah çeker. Mehver'in babası korkudan şikayetini geri çekeceğini ve bir daha Yusuf'a el sürmeyeceğini söyleyip karakola gider, şikayetini geri çeker. Yusuf bu sayede yeniden eve döner... Tabi hadiseler bunlarla sınırlı kalmaz. Reşit'in ve Yusuf'un ablasını köyün zengin ağasının oğlu Mert'e istemeye gelirler. Fakat Mert'in ailesi çok zengindir bu nedenle Dürdane'nin ailesini aşağı görerek konuşurlar. Yusuf Mert'i hiç sevmemiştir. Reşit'te kendilerini hakir görmelerine içerlemiştir. Keza Dürdane ise hiç ısınamamıştır Mert'e... İstemediğini belirterek red etmiştir Mert'i. Fakat Ağa oğlu Mert'in ilk kez bir kız tarafından istenmemesi zoruna gitmiş, Dürdane'yi takıntı haline getirmesine sebep olmuştur bu durum. Yusuf artık tüm bu yaşadıklarına lanet okuyup, Mehver'e asla sahip olamayacağını bilir ve artık onsuz yaşamak istemediğini düşünür. İntihar fikri aklına girmiştir bir kere. Defalarca ölmeyi geçirir aklından, lakin inancı sayesinde canına bir türlü kıyamaz. Bu sırada köye bir haber gelmiştir. Kore savaşı başlamış ve köyün gençleri gönüllü olarak askere alınacaktır. Bunu duyan Yusuf, canıma kıyıp günahkâr olacağıma hiç değilse savaşa katılıp orada şehitlik derecesi ile ALLAH'ın huzuruna çıkarım diye düşünür. Kahvehaneye uğrar ve büyüklerine akıl danışır. Kore nasıl bir yerdir, neden savaşa Türk askerleri katılacaktır, NATO ne demek? her birini öğrenmeye çalışır. Daha sonra tüm çevrenin (aiesi hariç, ailesi bilmiyordur bu düşünceyi) karşı çıkmalarına rağmen askeri şubeye gidip ismini yazdırmak ister. Lakin 1 yaş küçük olması itibariyle red cevabını alır askeriyeden. Yusuf'un vazgeçmeye niyeti yoktur ölmeyi bir kez aklına koymuştur. Ne yapıp etmeli o savaşa gitmeliydi. En rütbeli kişi ile görüşmek için kendi kendine planlar yapar ve en sonunda gayesine ulaşıp döktüğü dil sayesinde zorla kendisini askerliğe kaydettirir. Yusuf'un askere gideceğini duyan ailesi şaşkındır yaşının tutmadığını biliyorlardır fakat askere yazıldığı için birşey diyemezler... Yusuf artık askerdir. Kore'ye gidecek ve atalarımızın isimleri adına savaşacak, Türklüğün şanını sürdürmek için kanının son damlasına kadar mücadele edecektir. Dünya'nın her yerinden askerler ile günler süren gemi yolculuğu başlamıştır. Hastalıkla, sağlıkla neşeyle, eğitimle, içtima ile süren yolculuk süreci geçirirler. Kore'ye vardıklarında Kore halkı yardıma gelen askerleri sevinçle karşılıyor, onların her birine minnet duyuyorlardı. Fakat daha içerilerde, hayatlarında hiç savaş görmeyen erler; tahayyül ettiğinden daha içler acısı durumla karşılaşmışlardır. Şehir viran olmuş, savaştan kaçmaya çalışan halk berbat haldedir... Ebeveynlerini yitirmiş çoluk çocuk, açlık, sefalet içinde halk... Savaş en pis, en acımasız haliyle karşılarındadır. Burada da kısa bir eğitimden geçip savaşa hazırlanırlar. Bu esna da Adana'da da işler epey karışmıştır. Red edilmeyi gururuna yediremeyen Mert, Dürdane'yi eve su götürmek için gittiği çeşme başında eterle bayıltıp zorla kaçırır. Dağ başında olan bir eve getirir babasının adamları ile. Dışarıya da adamları diker. Mert, Dürdane baygınken ona zorla sahip olur. Dürdane uyandığında kasıklarında ağrı hissetmesiyle durumu anlar ve gözyaşlarını tutamaz. Bir kaç gün o evde esir kalır... Dürdane'nin eve gelmediğini gören Reşit, ablasını Mert'in kaçırdığını anlar. Sorup soruşturur, yanına aldığı arkadaşları ile evin yerini tespit edip derhal yola koyulurlar. Dürdane'nin kaldığı eve yaklaşıp dışarıda adamların olduğunu görürler. Zekice onları bertaraf edip içeri girerler. Reşit'i karşısında gören Mert korkudan eli ayağı titremeye başlar. Reşit ise ablasını gözyaşları içinde görünce kan beynine sıçrar. Elleriyle boynunu kavradığı Mert'i bir süre havada sallandırır ve sonra belinden çıkardığı beylik tabancası ile Mert'in kafasına sıkıp canını alır. Derhal Dürdaneyi alıp köye götürür sonra da gidip karakola teslim olup, Maphushaneye düşer. Artık Reşit mahkumdur. Evde sadece Dürdane ve annesi kalmıştır. Kaybolmuş, paramparça olmuş hayatlar, oradan oraya sürüklenen bir aile ve acılar içinde geçmiş bir ömür... Acıyı, aşkı, başarıyı, dramı, savrulan hayatları ve zorlu sınavları konu alan bu kitap, geçmiş zamanda yaşanmış gerçek bir yaşam öyküsüymüş. Çok sonradan öğrendim. Bu tarz kitap okumaktan zevk alanların okuyacağı muazzam bir kitap... Konusunu kendimce özetlemeye, anlatmaya, yorumlamaya çalıştığım bu kitabı mutlaka okuyup, acısıyla, tatlısıyla, başarısıyla, kaybedişleriyle, buluşmalarıyla, yitirilmesiyle yaşanılan bu hayat hikayesinin tadına bakmanızı, ders çıkartmanızı ve empati yaparak izlemenizi şiddetle tavsiye ederim. Yazar İlker Günaçgün'e bu değerli yaşam öyküsüne tanık olmama izin verdiği için çok teşekkür ederim. Emeğinize, yüreğinize kaleminize sağlık... İyi ki varsınız... Gözde Karadağ |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
Gözde Karadağ: Hakan Yusuf Yılmaz - Alpagut Budun 1 Beklenmedik Keşif - 27/12/2017 |
Hakan Yusuf Yılmaz - Alpagut Budun 1 Beklenmedik Keşif |
Gözde Karadağ: Hüseyin Cengiz - Yalnızlığın Başkenti - 27/12/2017 |
Hüseyin Cengiz - Yalnızlığın Başkenti |
Gözde Karadağ: Ersan Evcil - Başucumdaki Melek - 27/12/2017 |
Ersan Evcil - Başucumdaki Melek |
Gözde Karadağ: Zeynep Sahra - Ayçöreği - 27/12/2017 |
Zeynep Sahra - Ayçöreği |
Gözde Karadağ: Zeynep Sahra - Elmalı Turta... - 27/12/2017 |
Zeynep Sahra - Elmalı Turta... |
Gözde Karadağ: Catherine Lowell - Üst Kattaki Deli Kadın - 05/12/2017 |
Kitabı okumaya başladığım ilk an ilginç bir hikâye ile karşı karşıya kaldığımı hissettim... |
Gözde Karadağ: Şenol Ceviz - Yeraltından Günyüzüne - 24/10/2017 |
Şenol Ceviz - Yeraltından Günyüzüne |
Gözde Karadağ: Laurie R. King - Arıcının Çırağı - 24/10/2017 |
Gözde Karadağ: Laurie R. King - Arıcının Çırağı |
Gözde Karadağ: Jane Casey - Ölümün Soğuk Sesi - 24/10/2017 |
Gözde Karadağ: Jane Casey - Ölümün Soğuk Sesi |
Devamı |