Mahmut Ferhat Alptekin
Nevzat Çelik ile Tanışmak
12/04/2016 Evde öyle nette takılıyordum. Teke Tek Özel'in eski bölümlerinden birini izliyordum. Reha Oğuz Türkan vardı. Onu dinliyordum bir an mesaj geldi. Birde baktım Aysel Abla "Ferhat bu gün akşam Nevzat Çelik imza günü var" diye bir mesaj Nevzat Çelik hmmmmmm sonra aklıma bir parça geldi. Şafak Türküsü evet onun yazarı dedim kendi kendime. Fena olmaz aslında programı ona göre ayarlayıp tamam geliyorum demek için Aysel ablayı aradım saat 6'da söyleşi başlayacaktı. Bari reklam yapalım Cebeci'de Hukuk Fakültesinin hemen yanında bir sokak var. Erdem Sokak oradan girince ileride bir kitabevi var. Alper Kitabevi. Kitabevinden daha çok kitap cafeye benziyordu. İnsanlar toplanmış çay sigara sohbet yapıyorlardı. Bir ara yaz şapkalı takılı bir adam gözüme çaptı. Elinde küçük bir kupa bardağı, ağzında bir sigara insanlarla resim çekiniyordu. Evet dedim bu o Nevzat Çelik yanına gittim daha bizimkiler gelmemişti. İmza istedim söyleşi'den sonra verebileceğinin söyledi. Küçük bir yere göre çok fazlaydık gerçekten orada duramadım. Söyleşi başlayıncaya kadar duvar dibinde bekledim ve sonra saat 7 gibi söyleşi başladı. Ses tonu harikaydı. Bir şair'e göre tam şiir okumalık bir sesi vardı. Normalde yazanlar pek okuyamaz derler ama bu Nevzat Abi için geçerli değil gibi okudu okudu okudu... Biz ise sadece dinledik daha ne yapabilirdik ki Nevzat Abi varken. Çok romantik bir alandaydık bu romantizm aşk tarzı değil dostluk tarzı bir romantizmdi. Bize anılarından bahsetti. Bunu bizzat Nevzat Çelikten duymak harikaydı. İdama mahkum edilmiş bir adam bir insan güzel bir insan ne demiştik biz. Güzel insanlar demiştik, Nevzat Çelik demiştik onun için bir Şafak Türküsü yazmak istiyorum... Beni burada arama anne Kapıda adımı sorma Saçlarına yıldız düşmüş Koparma anne Ağlama Kaç zamandır yüzüm tıraşlı Gözlerim şafak bekledim Uzarken ellerim Kulağım kirişte Ölümü özledim anne Yaşamak isterken delice Bugün görüş günü Günlerden salı Islak Sarı bir yağmur Ülkemin neresine bakarsa ay Orada yitik bir anne ağlıyor Sen aralıyorsun yağmuru Acıdan sırılsıklam alnına siper edip elini Sonra bir umut koşuyorsun Yüreğin avcunda ısırırken çırpıntı gözlerini (ah verebilseydim keşke yüreği avcunda koşan herbir anneye tepeden tırnağa oğula ve kıza kesmiş bir ülkeyi armağan koşma anne birdenbire batacak olan düş denizinde yarattığın umut sandalıdır oysa benim için gece ışık hızıyla koşan kısa ve soğuk bir zamandır bu yüzden boğuk seslerle geldiler bir şafak uykusuz yorgun ve korkak sanırım baytardı yüreğimin depreminde rihter ölçeği çatlarken ölebilir raporu veren beyaz önlüklü doktor boşver hipokrat amca üzülme ne olur sen de anne sen de üzülme hücremin dört bir köşesinde el ayak izlerimi ciğerlerimde yırtılan bir çığlıkla hazır beklediğim ve korkunç bir sabırla birbirine eklediğim korkak kahraman gecelerimi düşlerimle sınırsız diretmişliğimle genç şaşkınlığımla çocuk devrederken sıradakine usulca açılıverdi yanağımda tomurcuk pir sultan'ı düşün anne şeyh bedrettin'i börklüce'yi torlak kemal'i düşün anne hala kanaması nedendir faşizmin göğsünde utangaçlığı bile vuramadan yanaklarına yasının onsekizinde ölümüne pervasız yürüyen ince bilekli çıplak ayaklı tanya'nın deniz'i düşün anne her mayıs şafağında uzun uzun döverken darağaçlarını ve o şafaktan doğma onbir yaşını çiğneyip yürüyen çocukları insanları düşün anne düşün ki yüreğin sallansın düşün ki o an güneşli güzel günlere inanan mutlu bir yusufçuk havalansın sıcak omuzlar değerken omzuma buz üstünde yürüdüm yıllar boyu bayraklar ve türkülerle kopunca memelerinden o mükemmel yaşama kurşunlar sıktılar alnıma açık alanlarda ağır kartalların konup kalktığı yalçın kayalardan biriydim ölüp dirildim yeniden güneşli güneşsiz akşamlarda mutlu yarınlar adına özgürlük adına ekmek adına üstüne vardım kuyruğu kanlı itlerin dirilip dönmesin diye hiroşimalar tahtadan atların boynuna çıplak ölümlerle yatmasın diye çocuklar aç gözlerle bakmasın diye çocuklar kardeşlik adına havadaki kuş denizdeki balık adına yürüdüm yıllar boyu dönüp bakmadım arkama ıraktı gözlerim çok ırak izim kalır mı bilmem yürüdüğüm yolda kalsa da silinir gider yalnızca bir ağıt gibi çakılır ardımca gelenlere gözlerimi yaktığım yer tören adımlarıyla ölmek ne garip şey anne kanlı karanlık bir oyunda baş oyuncuyum bütün gözler üstümde sürüyor gecenin karnında şafağa bakan oyun masa üstünde üşüyen bir sigara yanında küçücük bir cam bardak içinde rengi bu gecenin cılız titrek bir kibrit kağıt kalem sandalye geride flu yağlı büküm büküm bir ip ve çingene kuralına uygun değişmez dekoru mudur idam mahkumunun kırılacak cammışım gibi davranıyorlar yüzlerinde zoraki çatılmış bir hüzün oysa birazdan boynumu kıracaklar pul pul dökülecek yaz siyasi eylül'ün ben ölümü asıl az ötede titreyen çingenenin kara killi ellerinde gördüm anladım ki küllenen sigaradır soğuyan bir bardak çaydır benim ömrüm yani benim güzel annem alaca şafağında ülkemin yıldız uçurmak varken oturup yıldızlar içinde kendi buruk kanımı içtim ne garip duygu şu ölmek öptüğüm kızlar geliyor aklıma bir açıklaması vardır elbet giderken darağacına geride masa üstünde boynu bükük kaldı kağıt kalem bağışla beni güzel annem oğul tadında bir mektup yazamadım diye kızma bana elleri değsin istemedim gözleri değsin istemedim ağlayıp koklayacaktın belki bir ömür taşıyacaktın koynunda usul adımlarla yürüdüm ömrümü karşımda kurum kurum-laşan darağacı (tarlakuşu korkmaz ki korkuluktan ökse de olsa dört bir yanı) birdenbire acıdı boynum gelecekler var birbiri ardınca genç yakışıklı ne olur işçi kadınım az yumuşak dik şu kefenin yakasını yaşamak ağrısı asıldı boynuma oysa türkü tadında yaşamak isterdim çiçekleri kokmak ırmakları akmak yaz boyu çobanaldatanlara aldanmak su başlarında aylak sektirmek kavalımı sonra bir çocuğun afacan bacaklarında anavarca kayalıklarına tırmanmak isterdim o güzel günleri görenler arasında bir soluk ben de yaşamak isterdim bir de luvr müzesinde seyretmek gizliden öperken siya-u jakond'u tebessümünden işte o an saçlarından yakalamak dolunayı bir de yirmibeş kilometreden görebilmek nazım'ın gözleriyle pırıl pırıl moskova'yı ölmek ne garip şey anne bayram kartlarının tutsaklığından aşırıp bayramı sedef kakmalı bir kutu içinde vermek isterdim çocukların ellerine sonra sonra benim güzel annem damdan düşer gibi vurulmak isterdim bir kıza künyemi okudular suçumuz malum gecenin kıyısında durmuşum kefenin cebi yok koynuma yıldız doldurmuşum koşun çocuklar çocuklar koşun sabah üstüme üstüme geliyor yanlış mı duydum yoksa erkenci bir horoz mu ötüyor keskin bir acı bilenmiş gitgide yaklaşıyor sonum iri sözlerim yoktu söyleyecek usulca baktım yüzlerine bin yıllık iskeletleri çatırdayarak göçtü ayaklarının dibine korkutamadılar beni anne avlunun ortasında çatık bir kaş gibi duran darağacı bir zaman rüzgarda saçını tarayan telli kavak değil mi boynumdaki kemendi bir öğle sonu bükerken o kız sarı sıcak sevdasını düşünmedi mi söyle anne o çingene bir çiçek bahçesi kadar sıcak sokağımızdan bağıra çağıra geçen bohçacı kadını sevmedi mi çılgınca kurulmuş tuzaklar yok artık yolumda işkenceler zindanlar hücreler savunmak yok mutlu tok bir yaşamı açlık grevlerinde beynimi bir sıçan gibi kemiren mideme karşı kısacası bir çiçeği düşünürken ürpermek yok gülmek umut etmek özlemek ya da mektup beklemek gözleri yatırıp ıraklara ölmek ne garip şey anne artık duvarları kanatırcasına tırnağımla şaşkın umutlu şiirler yazamayacağım mutlak bir inançla gözlerimi tavana çakamayacağım baba olamayacağım örneğin toprak olmak ne garip şey anne ceplerimde el yerine balyoz taşırken korkunç bir merakla beklerken kurtuluş haberlerini ve yüreğimin ırmakları taştı taşacakken ölmek ne garip şey anne uçurumlar ki sende büyür dağdır ki sende göçer ben yaprak derim çiçek derim çam diplerinde açmış kanatlarını kozalak derim gül yanaklı çocuğa benzer yine de oğlunu yitirmek kimbilir ne garip şey anne beni burada arama anne kapıda adımı sorma saçlarına yıldız düşmüş koparma anne ağlama kırıldıysa düş evinin kapısı bütün kırık kapıların çağrılışıyım kızların yanaklarında çukurlaşan biten başlayan aşkların ortasındayım her kavgada ölen benim bayrak tutan çarpışan her kadın toprağı tırnaklayarak doğurur beni özlem benim kavga benim aşk benim bekle beni anne bir sabah çıkagelirim bir sabah anne bir sabah acını süpürmek için açtığında kapını umarım kurtuluş haberleriyle dönmüş olur çam ve kekik kokuları içinde acı yüzlü çocuklar o zaman nasıl indirilmişlerse şen şakrak öylece kalkar uykudan şalterler dişleyip tükürmeden sigaralarını türkü tadında giyinirken işçiler bir sabah anne bir sabah acını süpürmek için açtığında kapını adı başka sesi başka nice yaşıtım koynunda çiçekler çiçekler içinde bir ülke getirirler başlarını koymak için yorgun dizine sen hazır tut dizini anne o mükemmel güne Nevzat ÇELİK |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
Demokratik Sol - 31/05/2016 |
Adından da belli olduğu gibi siyasi eser sevenlere ve özellikle sol görüşlülere okumasını tavsiye edeceğim bir kitap. |
Baba - 27/05/2016 |
Film ile aynı neredeyse ama söyleyeceğim şudur; her zaman buna inanır ve desteklerim. Bir kitabın filmi hiç bir zaman kitabın yerini tutmaz ama ben filmi daha çok beğendim... |
Önce İnsanım Sonra Gazeteci - 24/05/2016 |
Abdi İpekçi, Uğur Mumcu gibi Emin Çölaşan gibi gazetecilerimiz oldukça basına saygımız hep olacak. |
Tanrı'nın Beğenmediği Kadın - 21/05/2016 |
Umarım kitabın yazarı Ali Bayram ikinci kitapta da cevapsız kalan soruları cevaplar. İlerideki eserlerinde. |
3 Buçuk Saat Ahmet Ümit Sırasında Beklemek... - 13/05/2016 |
3 Buçuk Saat Ahmet Ümit Sırasında Beklemek... |
72. Koğuş - 05/05/2016 |
Orhan Kemal'in hapis'ten çıkarken Nazım Hikmet'e verdiği bir söz var "72 Koğuş'un hikayesini herkese duyuracağım" demişti ve sözünü tuttuğunu kitabı okuyunca anlayacaksınız arkadaşlar |
Şimdi Bu Aşk Mı? - 27/04/2016 |
Okuyun, okuyun ki bu dünyada daha ne tarzlarda, akıl almaz olayları ve sıkıntıları yaşayabileceğimizi görün. |
Kayıp Sembol - 18/04/2016 |
bu kitapta tarih öğreneceğini sanan arkadaşlar lütfen okumasınlar... |
Rusların Gözüyle Ortadoğu - 10/04/2016 |
Ortadoğu konusunda merak edenler ve araştıranlar için güvenli bir kaynak kesinlikle okunmalı.. |
Devamı |