Abdullah Küçük
abdullah.kucuk@hotmail.com.tr
Aşk-ı Memnu
13/08/2020 Son iki yazımda ilklerden bahsetmiştim. Madem ilkleri yazıyordum; o halde ilk Türkçe romanının yazarı (1872) Şemsettin Sami’den sonra, Halit Ziya Uşaklıgil’i anmamak ona ve Türk edebiyatına büyük haksızlık olurdu. Çünkü gerçek anlamda ilk büyük Türk Romanı olarak kabul edilen Aşk-ı Memnu (1900) onun eseridir. Halit Ziya Uşaklıgil, aynı zamanda, Servet-i Fünûn edebiyatının büyük nesir ustasıdır. Böylesine önemli bir şahsiyettir Halit Ziya UŞAKLIGİL. Hani iz bırakanlar denir ya, o da edebiyatımızın iz bırakanlarının başında gelir. Türk romanının batılı anlamda kimlik kazanmasına sebep olan edebiyatçıları listelenmiş olsa listenin en başına Halit Ziya Uşaklıgil’in ismi kondurulmalıdır bence. Düşünsenize kaç romanımız 120 yıl dayanabilmiştir. Hadi, ‘eski romanlardan sizleri etkileyen beş tanesini sayın’ dense, çoğu kişi bir çırpıda, Reşat Nuri Güntekin’in ÇALIKUŞU, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın HUZUR, Halide Edip Adıvar’ın VURUN KAHPEYE romanlarını sayıp Aşk-ı Memnu’yu da ilk beşe muhakkak sokarlar diye düşünüyorum. Aşk-ı Memnu günümüzde hala beğenilerek okunan romanları arasındadır, okumayanlar da dizisini ilgiyle izlemişlerdir. İkinci kez dizisi çekilen kaç romanımız var ki? Şemsettin Sami’nin Talat ile Fitnat’ın aşkını anlattığı tarih 1872. Bundan 28 yıl sonra 1900’de Aşk-ı Memnu okuyucusuyla buluşur, eli ayağı düzgün bir romanı okumanın keyfini yaşarlar, dönemin roman meraklıları. Yirminci yüzyılın hemen başında. Fakat romanın tarzında bir şey vardır, anlatı kültürümüze uymayan. Bu hissi yaşatır o roman ve ilk dönem Türk romanları. Üzerinde düşüneceğimiz, fikir üreteceğimiz mevzumuz bu, bugünkü yazımızda. Hani en başta Aşk-ı Memnu için batılı anlamda demiştik, bu Türk romanının doğuşunda önemli bir faktördür. Benim tespitim değil. O dönem tüm Türk romanları için aynı tespitte bulunur işin erbapları. Ardından da; “Edebiyatımız batı etkisinde gelişmiştir,” derler. Türk edebiyatıyla ilgili tüm araştırmalarda bu tanımlamayı görürsünüz. Neden batılı anlamda? O dönem, hatta sonraki dönemlerde de romanlarımız ‘batılı anlamda, batı tekniğine uygun’ değerlendirmeye tabii tutulmuşlardır? Alın Servet-i Fünûn edebiyatçılarını. Servet-i Fünûn bir dergi adıdır. Ve bu derginin çevresinde toplanan sanatçıların Batı etkisinde geliştirdikleri bir edebiyat hareketidir. Boşuna Nasıl Başlarsa Öyle Mi Gider dememişiz, ilk köşe yazımızda. Neyse, ahkâm kesmeyeyim, daha derin değerlendirmeyi işin uzmanı üstatlara bırakalım. Biz bunun neden öyle olduğunu Halit Ziya Uşaklıgil üzerinden düşünürsek; Halit Ziya öğrenimini İzmir Rüştiyesi’nde sürdürür, sonra İzmir’de Ermeni Katolik rahiplerinin çocukları için kurulmuş yatılı bir okula devam ederek Fransızcasını geliştirir, bu aynı zamanda onun Fransız edebiyatını yakından tanımasına vesile olur. Fransız edebiyat tarihi ile ilgili olarak yazmak istediği kitabı yazar. Garbdan Şarka Seyyale-i Edebiye:Fransa Edebiyatının Numune ve Tarihi adlı kitabı 1885’te 84 sayfa olarak basılır. Bu eser, onun basılan ilk kitabıdır. Türkçede basılmış ilk Fransız edebiyatı tarihi olma özelliği taşır. Sadece Halit Ziya UŞAKLIGİL değil, dönemin ne kadar edebiyatçısı, aydını, entelektüeli varsa hemen hepsi Fransızcayla haşır neşirdir, içlerinde Fransızcayı bilmeyeni yok gibidir. Yani kendilerine kaynak olarak orayı seçmişlerdir, dönüp kendi köklerindeki anlatı çeşitlilikleri ve zenginliklerine bakmak ya akıllarına gelmez ya da işlerine... Bu durumda elbette romanlarında Batı tekniği, Batı etkisi, özentisi şusu busu görülecekti. Bu arada bir parantez açayım: Altı çocuğu olan Halit Ziya Uşaklıgil’in Vedad ismindeki oğlunu her nedense, Aşkı Memnu dizisindeki Kıvanç Tatlıtuğ’un canlandırdığı Behlül karakterine çok benzetirim. Vedad, henüz 33 yaşında, 1937’de Tiran elçiliğinde görevliyken trajik bir intiharla hayatına son verir. Babası oğlu için Bir Acı Hikâye adlı kitap yazar. Bir şey daha; Halit Ziya Uşaklıgil kitaplarında hoşuma giden taraf, eserlerinde toplumsal mesaj verme endişesi taşımamasıdır. O romanı, insanın iç dünyasına ait bir tür olarak görür. İkinci bir şey daha; Uşaklıgil hikâye türünün de Türk edebiyatındaki ilk gerçek temsilcisi olarak kabul edilir. Çoğu edebiyatçı onun hikâyelerini romanlarına oranla daha doğal ve yerli bulurlar. Onun roman ve hikâyeleri dışındaki anı kitapları da vardır, o Türk edebiyatında anı türünde en çok eser vermiş yazarlardandır. Şimdi parantezi kapayıp tartıştığımız, didiklediğimiz konumuzu noktalayabiliriz. Neden romanlarımız batıdan ithal bakış açılarıyla yazılmıştır? İlk Türkçe romanın yazıldığı 1872 yılından önce, 1830 yılında Stendhal, Kızıl ve Kara, 1839’da Parma Manastırı, Balzac, 1833’de Goriot Baba, 1857’de Flaubert Mademe Bovary, Herman Melville 1851’de Moby Dick, Tolstoy Savaş ve Barış’ı 1869’da, Dostoyevski 1869’da Budala romanlarının yayımlandığı göz önüne alırsak, on dokuzuncu yüzyıl edebiyatçılarımızın bu büyük eserlerin etkisinde kalmamaları beklenemezdi. Bu etkileşime on dokuzuncu yüzyılda bizde burjuva yaşam biçiminin olmaması ilave edilebilir. O romanların çoğu burjuva yaşam biçiminin doğurduğu bireyi ele almıştır. On dokuzuncu yüzyıl, Osmanlının iyice zayıfladığı ve dağıldığı bir yüzyıldır. Ekonomi çok kötü, sanayileşme çok az gelişmiştir. Yirminci yüzyılın ilk yarısına kadar ekonomik yapı, diğer faktörler bireyin ortaya çıkmasını geciktirmiştir. Tüm bu olumsuz etkenlere rağmen, dönemin edebiyatçıları kendimize özgü bir tarzla roman sanatını ülkemizde başlatamazlar mıydı? Hani şu ‘yerli ve mili’ dedikleri cinsten. Kimileri bunun ekonomiyle şunla bunla ‘ne ilgisi var’ diyebilir, bence de doğru bir sorudur bu. İşte, naçizane söylemek istediğim tam burasıdır. Rusya’da olduğu gibi. Sanırım Klasik Rus Edebiyatının öneminden bahsetmeme gerek yok. Tüm dünya edebiyatını etkisine almamış mıdır o dönem Rus edebiyatçılarının eserleri? Böyle bir şeyi Türk edebiyatçıları başlatamazlar mıydı? Yerli, kendi anlatım tarzımıza uygun, bize has... Bence hayır, başaramazlardı. Çünkü yazımın başında da belirttiğim gibi dönemin edebiyatçıları olsun, basınla iştigal edenler olsun, hatta çoğu aydınlarımız yönlerini Fransa’ya dönmüşler, yabancı dil olarak Fransızcayı seçmişler, Fransızcadan çevrilen hikâye ve romanlarla beslenmişlerdir. Kaldı ki roman kelimesi dahi Türkçeye Fransızcadan doğrudan geçmiştir. Özellikle 1860-1880 yılları arasında yoğun şekilde çeviriler yapılmıştır. Demem o ki, o dönem yazarçizerlerimiz geleneklerimizden, tarih köklerimizden gelen bir anlatı biçimini benimseyemezlerdi, en başından, yeni keşfettikleri roman türüne katılmayı, batıdan ithal anlatı biçimini kabullenerek dahil olmuşlar, eserlerini o şekil vermeyi tercih etmişlerdi. Hep öyle olmamış mıdır? Yeşilçam film sektörü dahi aynı yöntemi uygulamamış mıdır? Doğu ile Batı arasında köprü olacaksınız, kökünüz birçok devletten çok daha eskiye dayanacak, milyonlarca hikâye biriktirmiş olacaksınız, senaryo ve sahne yaratmaya gelince illa taklitçiliğe kaçacaksınız, illa onların öykülerine heves edeceksiniz... Lafı uzatmayalım, ünlü yönetmenlerimizden Atıf Yılmaz, anılarını anlatırken bunun en güzel örneğini sunar. “On kadar yönetmen kalkar yabancı bir filmin gösterildiği Beyoğlu’nda bir sinemaya giderdik, devre arasında çay içerken, ‘şu sahne benim, şu sahne benim’ diye sahneleri paylaşırdık.” (Tabii şu da var; dönem düşünüldüğünde erkeklerin dünyasının kadınların dünyasından ayrı oluşu önemli bir faktördür. Öyle olmasaydı hiç 1872’de yazılan Talat-Fitnat aşkıyla, 1900’da Bihter-Behlül aşkları arasındaki anlatım, o derece farklı olur muydu?) Acaba yanlış mı düşünüyorum? |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
Ev Hapsi Günlerinden - 02/09/2021 |
Salgının kısıtladığı günlerde... |
Kitap Korkusu - 18/06/2021 |
Kitap korkusu öyle azımsanacak bir korku değildir... |
Sanatçıya Nasıl Bakılmalı - 25/05/2021 |
Necip Fazıl Kısakürek Anısına |
Ne Söylediğin Değil, Nasıl Söylediğin Önemlidir - 11/05/2021 |
Hayırlı bayramlar... |
Romancılar İçin Tarih Bilgisi Şart Mıdır? - 09/04/2021 |
Tarih bilgisi ve nesnellik |
Kabullendiğimiz Fikirler Kendimize mi Aitler? - 12/03/2021 |
Otobüste Unutulan Dergi |
Şaşmak Şaşakalmak - 10/02/2021 |
Şaşırmak-şaşırmamak, şaşmak-şaşmamaktan başka bir şeydir. |
Yazar mı? Yazan mı? - 22/01/2021 |
Mesele, biz yazalım, siz okuyunuz meselesi midir? |
Memleket Hikâyeleri - 30/12/2020 |
Refik Halit Karay |
Devamı |