Abdullah Küçük
abdullah.kucuk@hotmail.com.tr
Memleket Hikâyeleri
30/12/2020 Refik Halit Karay’ı ‘Memleket Hikâyeleri’ adlı Hikâye kitabı ile tanımıştım. Kitabın ilk baskısı Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a çıktığı yıl, 1919’da yapılmış, 14 hikâyeden oluşmaktadır. Ancak her ne olduysa sonradan bunlara dört hikâye daha eklenmiş. Sonra, edebiyatın İstanbul sınırları içerisinde kaldığı o tarihlerde nasıl olmuş da Refik Halit ‘Memleket Hikâyeleri’ yazmış olabilir diye merak etmiştim. Kimilerinin rivayetine göre, Üstat, İttihat ve Terakki’yi eleştiren yazılar kaleme almış Cem dergisinde. Kimi rivayete göre de Mahmut Şevket Paşa suikastı nedeniyle Anadolu’ya sürgüne gönderilmiş. Her neyse, sonuçta, 1913-1918 yılları arasında, Sinop, Çorum, Ankara ve Bilecik’te sürgün hayatı yaşamış Üstat. Bu münasebetle ‘memleketi’ gören Refik Halit Karay hikâyelerinden altısını o dönemde yazmış. Ustanın hikâyelerinde ortak özellik ‘facia’dır. Zaten dört hikâye ölümle neticeleniyor. Biri idealist bir öğretmenin memleket koşullarında yavaş yavaş yıkılışı üzerine. Diğerlerine gelince; ‘kazık atma’, ‘kazıklanma’, ayrılık ve mutsuzluk üzerine kurulu. Maalesef üstat ‘mutlu son’ taraftarı değilmiş. Yatık Emine Hani Ömer Kavur yönetmenimizin ‘Yatık Emine’ filmi... Necla Nazır ile Serdar Gökhan başrollerde oynamışlardı. O filmin senaryosu Refik Halit Karay’ın ‘Memleket Hikâyeleri’ kitabından alınmıştır. Ahh sansür ah! İlk senaryo sansürden geçmeyince, Kavur ile Turgut Özakman, yeni bir metin hazırlarlar ve Karay'ın öyküsündeki bazı kesimler çıkarılır, buna karşılık bazı ekler yapılır. Yatır ‘Yatır’ adlı hikâyeden başlamıştım okumaya. Neden öyle davrandığıma dair hiçbir şey gelmiyor aklıma, belki adı ilgimi çekmişti belki de hikâyeyi Ankara’dayken yazdığı için, bilmiyorum. Belki de öküz nedeniyledir. Şöyle: bir veba salgını neticesinde kasabada öküz kalmamıştır, bu bir felakettir, çünkü kasaba halkının kışı geçirmek için oduna ihtiyacı vardır. Hamamcı Nuri ise, iki yıllığına kiraladığı hamamı ısıtamayacaktır. Parasını tırınk ödemiştir. Çözüm. Kasabaya dört saat uzaklıkta bir orman vardır. Lakin o ormanda bir de ‘yatır’ vardır... Daha fazla deşifre etmeyeyim. Bir hikâyeciden beklenen şey nesnelliğidir; köylülerin çıkarcı-gerçekçi davranışlarının karşıtlığı, bu karşıtlığa karşı Refik Halit tam bir nesnellik içerisinde köylülerin tutumlarını anlatır. “O güzel çam korusunun üç yılda çıplak bir tepe ile çıplak bir mezar haline getirildiğini, kaynağın bile kaybolduğunu…” Kimileri bu hikâyeye, ‘ilk çevreci hikâye’ derler. Sus Payı Üstat bu hikâyede bizlere Bursa’da bir ipek fabrikasında, işçi kızların nasıl sömürüldüğünü anlatır. Nasıl insanın içi burkulur, kahrolur... Her ay fabrikada bir genç kız zayıflayarak, öksürerek, terlemiş şakaklarına saçları yapışarak, sabırlı, dayanıklı eriyor ve bir gün artık evinden çıkamayarak köşesinde ölüyordu. Üç dört kuruşa on dört saat kaynar sular başında, pis kokular, hasta nefesler... nedeniyle zehirlenerek, tazeliğinden, kızlığından, gözlerinin parıltısından her gün bir zerre kaybederek... Böyle anlatıyor Üstat. Sonunda kızların ustabaşısı Hasip Efendi’nin sevgilisi Fotika da hastalanır. Hasip Efendi fabrika sahiplerine küfürler etmeye başlar... ve düşünür, fabrika sahiplerine altın, mezarlara ölü yetiştiriyordur. Arama motorlarından birine ‘Sus Payı’ yazıldığında seslendirilmiş halde dinlenebiliyor. Nasıl ki ‘Yatır’ ilk çevreci hikâyemizdir, ‘Sus Payı’ da belki ilk ‘işçi hikâyemizdir.’ Şeftali Bahçeleri Bu hikâyede de bir küçük şehirde “...keyif düşkünü memurlar”ın arasına, “yazıişleri müdürü” olarak katılan Agah Bey’in, (tam dört yıl Zaptiye Nezareti tutukevinde sebepsiz alıkonduktan sonra) memlekete ciddi hizmet etmek üzere atanmasını, fakat ödenek azlığı, arkadaşlarının tembelliği gibi engeller nedeniyle yavaş yavaş yok oluşunu, memur arkadaşlarının rakı alemlerinde… vesaire vesaire. Kısaca ‘taşrada yiten adam’ konusuna 1919’lu bir yaklaşım. Uzattığımın farkındayım, ‘Memleket Hikayeleri’nden bir hikayeden daha bahsedip kaçacağım. Şaka Bu hikâye sonu dışında diğer hikâyelerinden farklı. Bir kere kasaba atmosferi çok güzel anlatılmış ve nihayet ‘yaşama keyfi’ yaşatıyor insana. “Kepenkleri yarı kaldırılmış loş meyhaneleri, müşterisiz boş dükkanları, sessiz, uykulu evleriyle gündüzleri hareketsiz, şamatasız duran bu sokak, akşama doğru, meydana balık sergileri kurulduktan, istiridye işportaları dizildikten sonra halk ve uğultu ile dolar; satıcıların çığırtkanları, alıcıların kavgacı pazarlıkları ve bunların arasında dolaşıp pavurya satan yalınayak Rum çocuklarının kulakları çınlatan yaygaralarıyla kalabalık, gürültü, hareketli bir pazar meydanı halini alırdı.” Dedik ya Üstadın facia merakı yüzünden bu keyifli hikâye de anlamsız bir şekilde… Nokta. Ha bu arada, Üstadın, ‘Kuvvete Karşı’ hikâyesi de galiba ilk Amerikan karşıtı bir hikâyedir. 2021 tüm dünyaya hayırlı gelir inşallah. Yeni yılda yepyeni hikâyelerle buluşmak üzere... Hadi eyvallah... |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
Ev Hapsi Günlerinden - 02/09/2021 |
Salgının kısıtladığı günlerde... |
Kitap Korkusu - 18/06/2021 |
Kitap korkusu öyle azımsanacak bir korku değildir... |
Sanatçıya Nasıl Bakılmalı - 25/05/2021 |
Necip Fazıl Kısakürek Anısına |
Ne Söylediğin Değil, Nasıl Söylediğin Önemlidir - 11/05/2021 |
Hayırlı bayramlar... |
Romancılar İçin Tarih Bilgisi Şart Mıdır? - 09/04/2021 |
Tarih bilgisi ve nesnellik |
Kabullendiğimiz Fikirler Kendimize mi Aitler? - 12/03/2021 |
Otobüste Unutulan Dergi |
Şaşmak Şaşakalmak - 10/02/2021 |
Şaşırmak-şaşırmamak, şaşmak-şaşmamaktan başka bir şeydir. |
Yazar mı? Yazan mı? - 22/01/2021 |
Mesele, biz yazalım, siz okuyunuz meselesi midir? |
Stephen King - 15/12/2020 |
Kabuslar Pazarı |
Devamı |