Abdullah Küçük
abdullah.kucuk@hotmail.com.tr
Hem AYDIN Hem MÜNEVVER
29/11/2020 Aydın - Münevver. Bu her iki sözcüğün de hem söylenişleri hoştur, hem de içerikleri bakımından dolu doludurlar. Yazarken yeri gelir her ikisini de kullanırım. ‘Aydın’ kelimesi aydınlanma hissi verir. Işık alan, ışıklı, aydınlık, ayrıca; kültürlü, okumuş, görgülü, ileri düşünceli, entelektüel ve kolayca anlaşılacak kadar açık, vazıh (söz-yazı) anlamlarına gelir. Birçok şekilde kullanılan çok amaçlı bir kelimedir aydın. Aydınlanmanın geçtiği cümlelerde geçer, mesela ‘aydın bir salonu vardı’ denir. Aydın aynı zamanda Ege Bölgemizin güzel bir vilayetinin adı, diğer yandan genellikle erkek çocuklarına verilen bir isimdir. Münevver kelimesine gelince; Türkçeye Arapça üzerinden yerleşmiş bir kelimedir. Eskimiş olsa da hoş bir sözcüktür, söylenişini severim, dişidir, o nedenle kız çocuklarına konan bir addır. Estetiktir. Münevver derken önce dudakları öne uzatıp, ‘mü’ diyorsunuz kahve höpürdetir gibi, sonra yüze hareket katıp, dudakları geri çekip ‘nev’ deyip, ardından ön dişleri alt dudağa değdirip ‘ver’ sesi çıkartıyorsunuz. Yüzünüz adeta spor yapıyor. Bana kalırsa objektife poz verirken, Selfie yaparken de ‘münevver’ denmeli. Bi kere kelime sert, küt ve köşeli değil. Ayrıca içinde bolca anlayış, kavrayış barındırır yumuşaklıktadır. Netice itibariyle aydın kelimesinin eş anlamlısıdır. Aydın veya münevveri cümle içerisinde kullanırken, öyle bir kural olmadığı halde yaşa dikkat ederim, mesela anlatacağım kişinin yaşı orta yaşın üzerindeyse, ‘çok münevver bir insandı,’ gençse, ‘çok aydın bir insandı’ derim, münevver olanların daha bir yaşını başını almış olmaları gerekiyormuş gibi. Şimdi ‘eskiye rağbet olsa, bitpazarına nur yağardı’ denebilir. Eski kelimelere aşina, yatkın biri olmayı isterdim doğrusu. Kaldı ki bu konuda Bülent Ersoy’un eline su dökemem. Mesela hayatım boyunca cümle içerisinde hiç ‘mücerret’ kullanmış değilimdir, ‘mütemadiyen’ dediğimi dahi hatırlamam. ‘Özgü’ de derim ‘mahsus’ da, lakin ‘münhasıran’ dediğimi duyan olmamıştır. Bir yazarın en büyük hazinesi kelimeleridir, kelimelerinin çokluğu, doluluğu ve cümlelerin içine inci gibi dizişi onu büyütür. Yani beş yüz kelimeyle roman yazmaya oturmakla beş bin kelimeyle o işe soyunmak arasında dağlar kadar fark vardır. Mesela, birileri kalkıp “Romancısın bilmen gerek” diyerek “namütenahi” nedir deseler bir söyleşide, vallahi şapa otururum, lakin hiçbir fikrim yok. ‘Ucu bucağı olmayan, sonsuz, sınırsız’ demekmiş. Yanılıyorum muyum diye sesli olarak prova yapıp bir ‘münevver’ diyorum, bir de ‘aydın.’ Münevverin söylenişi ‘Binaenaleyh’ gibi zor da değil. Zaten ‘münevver,’ Arapçadaki nurlandırılmış, ışıklandırılmış, aydınlatılmış anlamlarıyla çok eskiden beri kullanıldığı halde ‘aydın’ karşılığı olarak kullanılışı ya da bu anlamı kazanması yirminci yüzyılın ilk yarısıdır. Üşenmedim kalkıp ‘münevver’i araştırdım. M. Bahattin’in Yeni Türkçe Sözlük’ünde ‘İlm ü marifet, tecrübesi çok, terbiye ve tahsil görmüş, malumatlı; açık fikirli’ anlamları var. Şimdi eğri oturup doğru konuşalım, diğer anlamları bir yana, her aydına ya da münevvere ‘açık fikirli’ denir mi? ‘Osmanlı Münevveri’ dendiğinde akla gelen, kapıkulları, bürokratlar, paşalar falan çok mu açık fikirlilerdi? Çökmekte olan devleti kurtarmak için çok çırpındılar, çokça hata yaptılar. Özellikle Tanzimat’tan cumhuriyete değin. Ama bunu başarmak aynı zamanda bir münevver olan Mustafa Kemal’e, onun silah arkadaşlarına nasip oldu. Allah’a şükür günümüzde bazı şeyler yıkıldı da rahat eriştik. Mesela eskiden, özellikle yetmişli yıllarda bir kesim illa ‘olanak’ der, diğer kesim ‘imkân.’ Kendilerine ait kelimelerinden asla taviz vermezlerdi. Daha bunun gibi birçok eş anlamlı kelime vardı o kesimlere ait. Lisede kurnazlık ederdik. Eğer hoca sağ görüşlüyse yazılılarda soruların altına ‘CEVAPLAR’ yazar, öyle cevaplardık, hoca sosyal demokrat bir görüşe sahipse ‘YANITLAR’ der yanıtlardık. Görüyorsunuz, ne hengamelerden geçip geldik bugünlere. Hiç unutmam lise birde gümlemiştim. İkinci senemde Türkçe hocası, elinde not defteri (ne korkardık o İncil’e benzeyen defterden) tek tek ayağa kaldırıp hatalarımızı söyleyip notumuzu açıklıyor, sonra da sert şekilde “OTUR!” diyordu. Sıra bana geldiğinde, “Oğlum” dedi, “bir paragrafta ‘ivedi’ yazmışsın, diğer bir paragrafta ‘acele.’ Nesin sen anlamadım ki, bir insan aynı zamanda hem faşist hem devrimci olabilir mi? Buna olanak var mı?” Var mı bilmiyorum. Bilmek umurumda değil, oldu-bitti önüme sürülen kurallardan haz etmedim. Roman yazarken içimden gelir ‘olanak’ yazarım, içimden gelir ‘imkân.’ Bazen ‘koşul,’ bazen ‘şart.’ Bazen kanıt, bazen delil, bazen vatandaş, bazen yurttaş. Yaş durumuna göre, bazen ‘aydın’ bazen ‘münevver.’ Benim için bir taraf siyah diğer taraf beyaz değildir. Hiçbir zaman ‘ya bu ya bu’ diyenlerden olamadım, her daim ‘hem bu hem bu’ diyenlerdendim. Bu tutumum beğenilmez, ilkesizlikle suçlanabilirim fakat mesele değil, tıpkı o Türkçe hocası gibi sıfırı basar oturturlar, olur biter. Benim için kelimelerin hangi kökenden geldiği, hangi dil grubuna ait olduğu değil, dönemin günlük hayatında kullanılıp kullanılmadığı önemlidir. ‘Albatu’ sözcüğü öz Türkçe bir kelimedir mesela, bürokrat, hizmetle yükümlü kişi anlamındadır, fakat ne günlük konuşmada kullanılır ne yazılı edebiyatta. O nedenle ‘çok oturgaçlı götürgeç,’ gibi, ‘poposal fırlangaç’ gibi kelimeleri kullanmam. ‘Gökkonuksal Avrat’ sözcüğüne ise gülmekten karnım yarılır. Velhasıl, eko-sistemdeki bozulmalar ve insanların neden olduğu etkilerden dolayı pek çok canlı türünün nesli tükenme tehlikesi ile karşı karşıyaysa, acil önlemler alınmadığı takdirde, daha önceleri olduğu gibi birçok canlının neslinin tükenmesinin önüne geçilemeyecekse... Hani, bizden sonra gelecek olan nesiller bu canlıları sadece resimlerden görme imkânı bulabilecekler diye insanlara uyarıda bulunuluyorsa... Ben de münevver gibi söylenişi hoş kelimelerimize, kaybolmamaları için cümlelerde kullanmayı öneriyor, nesli tükenmesin diye sahip çıkalım diyorum. Tuhaf bir istekte mi bulundum acaba? Hadi eyvallah, sağlıcakla kalınız… |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
Ev Hapsi Günlerinden - 02/09/2021 |
Salgının kısıtladığı günlerde... |
Kitap Korkusu - 18/06/2021 |
Kitap korkusu öyle azımsanacak bir korku değildir... |
Sanatçıya Nasıl Bakılmalı - 25/05/2021 |
Necip Fazıl Kısakürek Anısına |
Ne Söylediğin Değil, Nasıl Söylediğin Önemlidir - 11/05/2021 |
Hayırlı bayramlar... |
Romancılar İçin Tarih Bilgisi Şart Mıdır? - 09/04/2021 |
Tarih bilgisi ve nesnellik |
Kabullendiğimiz Fikirler Kendimize mi Aitler? - 12/03/2021 |
Otobüste Unutulan Dergi |
Şaşmak Şaşakalmak - 10/02/2021 |
Şaşırmak-şaşırmamak, şaşmak-şaşmamaktan başka bir şeydir. |
Yazar mı? Yazan mı? - 22/01/2021 |
Mesele, biz yazalım, siz okuyunuz meselesi midir? |
Memleket Hikâyeleri - 30/12/2020 |
Refik Halit Karay |
Devamı |