Abdullah Küçük
abdullah.kucuk@hotmail.com.tr
Kitap Korkusu
18/06/2021 Böyle bir başlıkla karşılaşıp, “Her türlü korkuyu anlarım ama ‘kitap korkusu’ nedir Allah aşkına?” diyen biri çıkabilir mi, sanmıyorum. ‘Kitap korkusu’ yaşamamış insanın zor bulunacağı kanaatindeyim. Çoğu kişi ömrünün bir kısmında, bir şekilde -en azından talebeliğinde- kitap korkusu yaşamıştır. Bu öyle azımsanacak bir korku da değildir. Düşünceyi zararlı, hatta lüzumsuz bulan insanlar çoktur, dahası o insanların içerisinde epeyce okumuş olanlar da bulunur. Bunlara şaşmamak gerek. Yazı icat edileli beri kaç bin insan kitap okuduğu, yazdığı için dövülmüş, hapse atılmış, işkence görmüş, asılmıştır kim bilir? Ahmet Hamdi Tanpınar üstadımızın ‘Kitap Korkusu’ başlıklı bir yazısına denk geldim geçenlerde. Yazıyı okuyunca konuya takıldım. Yazı 1951’de yayımlanmış, o tarihte kitap okuyanların sayısı nedir ki? 84 milyon olduk hala okuma oranımız az bulunur. Üstadımız kitap korkusunu “…bir anlamda insan düşüncesini kabul etmemek, başkalarının düşüncelerine saygı göstermemek, düşünceyi tehlikeli bulmak...” şeklinde uzun uzun anlatmış. “Boş ver arkadaş ben senin yerine düşünürüm” demekle, “şu kitabı okuma” demenin arasında bir fark var mıdır?” diye sormuş. Sonra “İnsan sorumluluk hissiyle ayakları üzerinde daha dik durur. Sorumluluklardan kaçan insan başkalarının güdümünden kurtulamaz” diye ağırlığı tonlarla ölçülecek laflar etmiş. “Bir insanı kendi içinde, düşüncesinin mahremiyetinde korumağa hakkımız yoktur.” Arama motorlarında yazıyı kolaylıkla bulabilir. Üstadın kıymetli düşüncelerini ve anlatım zenginliği bol yazısını bir yana bırakıp, meseleye kendi kişisel tarihimle bakalım. Çoğu talebe gibi ders kitaplarından ödüm kopardı. Ünite okumaktansa kilometrelerce uzaktaki bakkala öteberi almaya seve seve yaya gönderilmeye razı olurdum. Dedem ders kitapları dışında elimizde bir mecmua görünce gözleri döner, büyük bir suç işliyormuşuz gibi dergiyi kaptığı gibi sobaya atardı. Gevende mi olacakmışız. “Gevende ne dede?” dedim de bir gün “zoytarı” dedi. Dedem s ile başlayan bazı kelimelerin başına z harfi getirirdi. Zıfır, zigorta, zöhür (sahur) aklıma gelenler. Ortaokuldaydım, dedeme güvenmeyip sözlüğe bakmıştım, gevende ‘çalgıcı’ diye belirtilmişti. Akıl; ders kitapları dışındaki şeyleri (o şeyler vallahi daha çekiciydiler) okuyabilmek için yöntemler geliştirdi. Tommiks, Teksas, Zagor gibi çizgi romanları ders kitaplarımın arasına -tost yöntemiyle- koydurttu. Üstelik dikkatli bir şekilde kitap okuduğumu gören büyüklerimden aferin dahi işittim, tabii karnem gelinceye dek. Lise yıllarımda Alman dergileri meşhurdu. Ayıptır söylemesi o ergen dergiler Alamancıların sayesinde edinilirdi. Öğretmenlerin ödlerinin koptuğu pornografileri sıra altından elden ele dolaştırırdı talebeler. O dergi korkusu için kim suçlanır ki? Yetmişli yıllarda yüzlerce dernek, farklı fraksiyonlar yasak bildiriler dağıtırlardı. Yasaklı kitapların ise haddi hesabı yoktu. Bırakın yazılı eserleri, bazı şarkı-türküler dahi yasak kapsamı alanındaydı. Orhan Abimizi dinlemek için yılbaşı akşamlarını beklerdik. Kitap korkusunun dehşetini Evren darbesinde yakinen yaşamıştım. Üniversiteye kayıt yaptırdığım 1980 Eylülünde darbe gerçekleşmişti. Bir süre sonra kaldığım yurdu jandarma bastı. Tek tek odalara girildi, battaniyelerimiz, döşeklerimiz tersyüz edildi, dolaplarımız açıldı. “Noluyor” dedim de, bir arkadaş “Yasak yayınları, bildirileri ve kitapları arıyorlar” dedi. “Nereden biliyorlar hangi kitabın yasak olduğunu, okumuşlar mı hepsini” diye sordum, ellerinde liste varmış. Birkaç hafta sonra eve döndüm. Şimdiki teknoloji olmadığından param bitince eve dönüyordum. Kendime ait kitaplarımı odamdaki dolabımda bulamadım. Meğer dedemle babam kitaplarımı naylon poşet içerisinde tarlanın dibinde belirledikleri bir yere gömmüşler. Korktuklarından dolayı gömdükleri kitaplar nelerdi biliyor musunuz? Orhan Veli Kanık’ın şiir kitabı, bir arkadaştan lise yıllarında özetini çıkarmak için aldığım Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu romanı, lise iki psikoloji ders kitabı, reenkarnasyonun gerçek olduğuna dair iddialarda bulunan Mahşer adlı bir kitap. Bir de lise bire gittiğim yıllarda günlük tutar gibi köşe yazılar ve saçma sapan şiirler yazdığım çizgili okul defterim. Aslında kitaplardan değil, başıma iş açılacağından korkmuşlardı. Ya o kitapların birinde bana zarar gelebilecek bir şeyler vardıysa? Haklılar, bu konuda ne hikâyeler var yaşanmış. Aziz Nesin’di herhalde, kırklı mı ellili mi yıllarda dedesinin sakallı fotoğrafı asılıymış duvarda, polisler Karl Marx’ın fotoğrafı sanıp alıp götürmüşler üstadı. Sonra üniversite yıllarında değişik bir kitap korkusuyla daha karşılaştım. Bir akşam kaldığımız yurdun koridorlarının sonundaki ders çalışma odalarının birinde bazı öğrencilerin gizli gizli Nazım Hikmet’in şiir kitabını okuduklarına şahit olmuştum, ünlü şairimizin tam aksi görüşündeki öğrencilerden. Biri kendilerine tuhaf şekilde baktığımı görünce güldü, “Bizim de aşık olmaya hakkımız var” dedi. Bir gün bir kitabevinde dolanırken, “Ama bu çok kalın” diyordu liseli bir kız annesine. “Neden böyle kalın kitap bastırırlar ki” diyenlere de şahit olurdum. Hatta bir arkadaşım “Bence kitaplar yüz sayfayı geçmemeli, nasıl ki bir ders kırk dakkayı geçince dikkat dağınıklığı oluyor” diye tezine dayanak getirmişti. Ona Tolstoy’un 1070 sayfalık Anna Karenina romanını göstermeyi çok istemiştim. Sonra bir gün bir devlet kurumunda çalışırken şube müdürüm beni çağırmıştı, bir elemana ihtiyacı varmış, diğer birimlerden istetecekmiş, görüşümü istemişti. Önerdiğim kişiyi, “O olmaz” diye reddetmişti. Onu kitap okurken görmüş, hem de yazarının adı Turgenyev miymiş neymiş… Böyle böyle, korkutula korkutula büyüdük. Kitap okumayan bir toplum kitaplardan neden korksun ki? Kitaplardan çok ortamdan, polisten, darbe yönetiminin yapacaklarını bilmediklerinden, ihbarda bulunacak insanlardan korkuluyordu. Refik Erduran ‘İblisler, Azizler, Kadınlar’ adlı anı kitabında, kolejde okurken verilen atlasta ülkemizin kuzeyi (Rusya) bembeyazdı diye anlatır, yani dünyada öyle bir yer yokmuş. Yahu bari Karadeniz’in devamı olarak gösterseydiniz o kısmı, onlar Robert Kolejinin zeki talebesiydiler, elbette orada bir SSCB devleti olduğunu bilirlerdi. Velhasıl korkunun çeşidi çoktu. Ben daha çok -yasaklar çekici olduğundan- devletin korktuğu, o yüzden yasakladığı kitaplara merak sarardım. Ne çok korkulan kitap varmış devletin görevlilerinin listelediği. Hepsini okumak isterdim. Acaba içerisinde korkulacak ne vardı? Sahafları öyle keşfetmiş, yaşlı bir sahafla samimiyeti geliştirmiştim. Ondan bir gün yasaklanmış bir kitabı sordum. Önce bir süre düşündü, sonra merdiveni kurup binlerce kitabın arasından -hayret edilecek şekilde- kitabı ‘eliyle koymuş gibi’ bulup verdi. “Bu kitapla yakalanırsan benden temin ettiğini söylemezsin, değil mi?” ‘Neydi o kitap’ diye merak mı ediyorsunuz? Hadi eyvallah... |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
Ev Hapsi Günlerinden - 02/09/2021 |
Salgının kısıtladığı günlerde... |
Sanatçıya Nasıl Bakılmalı - 25/05/2021 |
Necip Fazıl Kısakürek Anısına |
Ne Söylediğin Değil, Nasıl Söylediğin Önemlidir - 11/05/2021 |
Hayırlı bayramlar... |
Romancılar İçin Tarih Bilgisi Şart Mıdır? - 09/04/2021 |
Tarih bilgisi ve nesnellik |
Kabullendiğimiz Fikirler Kendimize mi Aitler? - 12/03/2021 |
Otobüste Unutulan Dergi |
Şaşmak Şaşakalmak - 10/02/2021 |
Şaşırmak-şaşırmamak, şaşmak-şaşmamaktan başka bir şeydir. |
Yazar mı? Yazan mı? - 22/01/2021 |
Mesele, biz yazalım, siz okuyunuz meselesi midir? |
Memleket Hikâyeleri - 30/12/2020 |
Refik Halit Karay |
Stephen King - 15/12/2020 |
Kabuslar Pazarı |
Devamı |