Abdullah Küçük
abdullah.kucuk@hotmail.com.tr
Şaşmak Şaşakalmak
10/02/2021 Şaşırmak-şaşırmamak, şaşmak-şaşmamaktan başka bir şeydir. Şaşırmak; bir işe nasıl başlayacağını, başladığı işi nasıl sürdüreceğini ve nasıl sonuçlandıracağını bilemeyecek duruma gelmek, işin içinden çıkamamak; şaşmak ise, olağanüstü bir olay, bir olgu ya da beklenmedik, umulmadık bir durum karşısında şaşkın duruma gelmektir şeklinde tanımlanır. Her neyse; hayatı, olan biten her şeye şaşarak yaşayan insanlar vardır. Mesela sığırcık kuşlarının gökteki gösterilerini seyreden bir çocuk parmaklarıyla onları işaret ederken şaşkındır ve aynı zamanda gülümsüyordur. Bunu her seyredişimde şaşakalırım, bir karganın bir köpeği sinirlendirmek için şaklabanlık yaparak sırtına konup konup uçmasını da... Fakat bir babanın, birlikte yaşadığı ailesini ya da sadece karısını gün gelip katlettiğini duyduğumuzda şaşmaz, şaşırmaz, hayret de etmeyiz, çünkü her akşam kahredici benzer haberleri izlemekten dolayı kanıksamışızdır. İlk kez gördüğümüz bir şey, duyduğumuz ilginç bir görüş karşısında şaşmamız normaldir, insanda merak duygusunu uyandırır. Mesela ‘yazarken’ kulaklıkla şarkı dinlediğimi söylediğimde şaşan çok kişi olmuştu. Kimileri ‘şaşırtıyorsun beni’ demişti, ‘şaşırtıyorsun’ diyerek, ‘romanına odaklanamazsın!’ anlamında hayretlerini belirtmek istemişlerdi. Onlara, müzikle edebiyatın birbirlerine çok yakın sanat dalları olduklarını açıklamamın gereği yoktu. Bunu herkes bilirdi. Müziğin ilham verici yanı da bilinirdi. Ancak ilkokuldan itibaren ders çalışırken sessizliğe alıştırılanların, okumak, yazmak için devamlı sakin ortamları kollayanların, kurgu işiyle uğraşırken şarkı-türkü dinlememe şaşmaları normaldir. Bazı insanlar koşullandıkları ortamın dışında bir şeyle karşılaştıklarında huzursuzlaşırlar. Mesela bize yatıya gelen bir yakınımız yatmadan evvel evdeki tüm saatlerin pillerini çıkartır, dahası buzdolabının fişini çekerdi. Böyle şeylere şaşardım. Sonra memuriyete başladığımda aynı evi paylaştığım arkadaş, yatmadan önce kendi odasının kapısı yetmez, benim odamın kapısının üstündeki cam bölmeyi ve kapı altı aralığını da her gece gazeteyle kapatırdı. Oda zifiri karanlık olmazsa uyuyamazmış. Şaşmıştım ama düşününce hak vermiştim. Düğmeyi kapatmadığım için ışık kapı üstündeki cam bölmeden süzülüp koridora çıkar, arkadaşın odasına yönelir, koridorun sonundaki odanın kapısının üstündeki cam bölmeden ve alttaki bir parmak aralıktan geçip onun uyumasına engel olurdu. Mesele şuydu: uyuyakaldığım için kitap elimden düşer, sabaha kadar odamın ışığı açık kalırdı. Müzikle edebiyatın birbirlerine devamlı yakınlık içerisinde olmalarını anlatıyordum. Biri olmadan öteki tat vermez. Mesela bir müzisyenin roman yazmaya soyunduğunu duyduğumda şaşmam. Fakat bir müzisyenin şu sözlerine şaşmıştım, çünkü düşüncesini çok güzel ifade etmişti. “Çocuklar yaraları madalya gibi sergiler. Âşıklar yara izlerini açıklanacak sırlar niyetine kullanır. Yara izi, söz ete büründüğünde ortaya çıkandır. Herhangi bir yarayı, savaşın onurlu yaralarını sergilemek kolaydır. Bir sivilceyi göstermekse zordur.” Şaşmak güzeldir. Bilinçlenmeye başladığım çocukluk günlerimden bugüne değin gördüğüm, duyduğum hemen her şeye şaşmışımdır. Yazmaya başladığımda yakınlarımdan daha çok kendim kendime şaşmıştım. O yaşıma değin gün gelecek ‘yazacağım’ diye hiç hayallerim olmamıştı. Birikimim de yeterli değildi. Sonra şöyle düşündüm: tee çocukluğumdan itibaren biriktirdiğim tüm anılar -hiçbir anımı unutmam-, sesler, haykırışlar, kavgalar, gökteki kuşlar, ağaçların sonbaharda yaprak döküp ilkbaharda çiçek açmaları, dedemin anlattıkları, kadınların fiskosları, konuştuğum insanların yüzleri, mimikleri, yalan söylediklerinde bedensel tutarsızlıkları, hepsi birer birikimdi. Yani karar verilmiş, hesaplanmış bir durum değildi. Artık o anılardan kurtuldum, şimdi benden de öte yerlere klavyeyle yolculuğa çıkıyoruz. Fakat anılardan kurtulamıyoruz. Günlerden bir gün arkadaşlarla bir arada sohbet ederken, ortamda bulunanlardan biri bir anısını anlatmaya başlamış, odada bulunanları güldürmüştü. “Evlendiğimin ertesi günü eşim çekmecede hiçbir özelliği olmayan ceviz büyüklüğünde bir çakıl taşı görünce onu pencereden dışarı fırlatmış. Yaptığı şey normaldi. Bilemezdi o taşı ilkokul üçe gittiğim yıldan beri sakladığımı. Askere gittiğimde dahi yanımdaydı o taş. Ne kadar üzüldüm...” Ortamda bulunanlardan biri “Manyak mısın oğlum, hiç taş saklanır mı?” diye alayımsı laf etmiş, bir diğeri sözü devralıp “Ben de dedemin işlemeli piposunu saklıyorum, çünkü bir değeri, bir el emeği var, sıradan bir taş değil,” bir başkası, “Ben de anneannemin broşunu saklarım” demiş, ilk konuşanın anısı gümbürtüye gitmişti. Ben de buna şaşmıştım, insanlar neden anlatılan bir şeyin sonunu dinlemezler? Kalabalık dağılınca sordum, “Şu taşın hikâyesini anlatsana.” “Akşam, elinden tuttuğu kızıyla kapımıza dayanan kadın carlamış, ‘Oğlunuz bu taşla kızımın kafasını kanatmış’ deyip taşı annemin eline tutuşturmuştu. Annemin arkasından gözleri yaşlı Hülya’ya bakıyordum. Aniden suratımda patlayan şaplakla yere düştüm. Sonra kapı kapandı.” “Hülya ilk aşkındı, o taşı da sen atmamıştın, öyle değil mi?” Bazen de çoğu insanın şaştığı şeylere şaşırmam. Mesela durup durup birdenbire yetmiş yıllık bir eser gündemimizin başına yerleşir, birileri onu sosyal medyada yeni çıkmış, ilk kez kendisi okumuş gibi paylaşıp durur... Mesela Küçük Prens. Olay aslında kitabın yazarı olan Antoine de Saint-Exupéry’nin vefatının üzerinden 70 yılı geçmiş olmasından kaynaklı telif hakkı yasasından kaynaklıdır. Böylelikle yüzlerce yayınevi art arda eseri yeniden yayımlamaya başlar. Ortalık Küçük Prens’ten geçilmez. Kitap, çocuklarının arkadaşlarının doğum günleri için güzel bir armağan olur. Tabii şu da var; eseri, Tomris Uyar, Cemal Süreyya ve Selim İleri gibi edebiyatımızın önemli isimlerin çevirileriyle okuyanlar şanslı olanlardır. Dikkatinizi çekerim, kitaptan değil, telif hakkının yayınevlerini rahatlatan 70 yıl maddesinden bahsediyorum. Öyle olmasa Sabahattin Ali’nin ‘Kürk Mantolu Maddonna’sı, Halit Ziya Uşaklıgil’in ‘Aşk-ı Memnu’su bunca okur kitlesi tarafından beğenilip okunur muydu hiç? Ama şuna şaşmaz, gülerim; Halit Ziya’nın Aşk-ı Memnu kitabının diziden sonra çıktığını sananlara. Bu da böyle… |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
Ev Hapsi Günlerinden - 02/09/2021 |
Salgının kısıtladığı günlerde... |
Kitap Korkusu - 18/06/2021 |
Kitap korkusu öyle azımsanacak bir korku değildir... |
Sanatçıya Nasıl Bakılmalı - 25/05/2021 |
Necip Fazıl Kısakürek Anısına |
Ne Söylediğin Değil, Nasıl Söylediğin Önemlidir - 11/05/2021 |
Hayırlı bayramlar... |
Romancılar İçin Tarih Bilgisi Şart Mıdır? - 09/04/2021 |
Tarih bilgisi ve nesnellik |
Kabullendiğimiz Fikirler Kendimize mi Aitler? - 12/03/2021 |
Otobüste Unutulan Dergi |
Yazar mı? Yazan mı? - 22/01/2021 |
Mesele, biz yazalım, siz okuyunuz meselesi midir? |
Memleket Hikâyeleri - 30/12/2020 |
Refik Halit Karay |
Stephen King - 15/12/2020 |
Kabuslar Pazarı |
Devamı |